ADIYAMAN’A DİSCO, FENERE TEDESCO,MAÇIN SONUCUNA GÖRE BEKARIZ SEVGİLİM…

Abone Ol

Aşkın leş hali bir de beş hâli vardı ve ben imansızlığın hadsizlik halindeydim….

sen yağmadın, ben balık tutarken ıslandım sevgilim!

Gel bu gece ihanete zıplayalım… Kanguru.
Nasılsa senden sonrası tufan, senden sonrası yokluk.
Senden sonrası çaresizlik: ölüm…

Aşkın leş hali bir de beş hâli vardı ve ben imansızlığın hadsizlik halindeydim….

İhanetin dört rengi ve dört de mevsimi vardı…
İhanetin dört mevsiminde de sen kıyamet!

Vefasızı sevmek kendine ihanet; nankörü sevmek insanlığa kin ve nefret.
İhanete bir ada yahut bir yarımada gibi özerk, federasyon hâllerim de vardı ara sıra; ama şiir hâllerim daha çoktu…

Yazlık şiirlerimiz bir bir açılıyordu; raksta seninle raks ederken rakkaseler!
Gökte yıldız elliydi, yerde gözlerin belliydi ve bir yağmur yağıyordu — dikine, dikine, dik yüreğimin…
Yağan sen miydin yoksa ben miydim belki de “sidikli kontesim” bilemiyorum… Ama bildiğim:

Sen bir taşmaydın ben bir yosma ve sen yağmaladın!Sen yağmadın; ben ıslandım.
Ben ıslanırken, Kadıköy’de çay dağıtan beli kırık bir gramofon eşliğinde ince ince seni unuttum; elimdeki bavulun içinde…

Kaşların, gözlerin, kirpiklerin; keman, yay ve ok…
Gönlümde kaç unutulmaz yara her biri ama sen unutma: ben sayende şair oldum.Sen şiir!
“Ama o kolundaki öküz neden şair olamıyor?” Sorusuna amansız, imansız ve sayısız derecede soysuz bir vebayım.
Ben de güldüm ve bu aşkın dar kenarlı “ikizkenar” üçgenine cevaben dedim:
“Maçın sonucuna göre bekarız sevgilim, hem de bu gece çok bekarım.”

Kal denilen yerde gülüşlerinden asılmayı beklerken, gidişlerin en büyük terbiyesizlikti.
Gidiş tarzın hiçbir geometrik üçgenin insafına sığmıyordu!

Yağmurlar için ölüm, kuşlar içinse senin yağmamış olman gerekiyordu; ama sorun, kare kare büyüyen, yamuk kuşların ıslanmasıydı.

Sen yine de kendini yağmur sanma sevgilim.
Seni yağmurlaştıran ve yaşlandıran benim sevgim; bir kenarım 80 dereceden küçük olsa bile hep yanında dik bir üçgen gibi duruşumdu.

Ama sen, olmayanı da yanında durmayanı da göremeyecek kadar körsün.
Dersimli Hayri Bey gibisin; milli kıyafetleri giymekle aşkın sana geleceğini zannediyorsun, milletinden uzaklaşırken bir üçgenin iç acılarının toplamında?

Her insanın bir yoğurt yiyişi vardır; her insanın da hayatımdan bir defolup gidişi.
Sen de artık git; ama yokuş aşağı değil, yokuş yukarı olsun gidişlerin… Sen de git. Bu bana bir ödül, sana bir ceza olur.
Yokluğum ince bir verem… Yeter ki kıymet bilsin Kerem…

Kimi sessizce gider; çelik zırhlı -arkasına bakmadan- su misali çürümüş kapıyı bile örtmeden.
Kimi dülger balığının ölümü gibi bağırarak gider, ve kısarak içindeki dikdörtgenleri, aşkın ve dahi içindeki acıların çocukluğuyla ne varsa suçlayarak ardında kırık dökük bırakır — tüm yetim çocukları ve öksüz çocuklarımızı… Bizim çocuklar boynu bükük bırakılmaya gelmez ki? “Boynu Bükükler”

Kimi kış mevsimini masallarla, ninnilerle uyutarak yol alır.
Kimi de öyle güzel gider ki, içimizdeki cehenneme dudaklarında biraz kiraz, az biraz da yaz serinliği bırakır.

Her gidişin bana ödül ise elbet sana da ceza olacak…Sen ömrümün atsız dört başa koşan belası; pişmanlığına, yalnızlığına, kendi yarattığın yangınlara koşarak gittin.Acılar ve yaralar…Bir üçgenin kardeş ikizkenarları.Sen siye pişir, sen siye ye…

İnsan yaşlandıkça yalnızlaşır ya da yalnızlaştıkça yaşlanır. Belki sana da acıyacak insanlar.
Ama bil ki, sevmeyecekler; acıların çocukluğunda tatlı bir Emrah olarak kalacaksın aşkın hatırâtında…

Suçlu bulundu.Ayağa kalk! Lal Laleş….
Lal Laleş gidenlerin ardından kalanların kılavuzunu yazdı; ne olduysa ondan sonra oldu. Ömrümüz diz çöktü, aşk mafyasının önünde ve sonra kimse kalmadı — herkes sofradan tok kalktı… Oysa açtı çocuklar aşka… Sonra herkes bir bir gitti ve ben her birinin ardından biraz daha kendime hırsız kaldım. Biraz daha ben oldum..

“Bunu bana yapamazsın, Müjgan
İstesem de kopamazsın, Müjgan
Darbukası düm düm teke
Roman, oynar seke seke
Al Yeşilli mendil alam
Düğünlerde başı çeke, Müjgan
Müjgan, Müjgan…”

Sen hiç yağmamış bir yağmurdun Müjgan fuzuli bir serap, sahte bir ıslaklık.Kirpiklerimde bir yaban.

Ben seni gökyüzünden düşen ilk mucize sanarken, sen yalandan ibaret bir ıslaklıktın.

Didem Madak demişti: “Sen sevmeyi nereden bileceksin bayım? Hiç okyanusta balık tuttun mu?”

Bak, göreceksin… Ben seni bir kar tanesi gibi sakladım; erimeyesin diye avuçlarımda, dudaklarımda taşıdım. Ama zaman seni bozuk bir para gibi harcayacak. Ve ben sadece izleyeceğim; gözümde tek damla kalmadan. Çünkü yanındakinin kıymetini bilmeyenler, ancak unutulduklarında gerçek değerlerine ulaşır: hiçlik.

Dün gece senin hakkında yazmasaydım ölürdüm. Ama ben ölmedim, yazdım.Sen gecenin karanlığında kendi yalnızlığınla boğuşurken, ben içimde öldürdüğüm herkesle sağ çıktım. Sağ kalan kendimle kadeh kaldırdım ve şöyle dedim:
“Sen yağmadın sevgilim, ben balık tutarken ıslandım.”

Elbette biz de Tatwandan Wan’a gider, Spinoza’yı dinler, ardından Nietzsche’ye varır ve birlikte haykırırız!
“Gidene kal demeyeceksin!
Gidene kal demek zavallılara,
Kalana git demek terbiyesizlere,
Dönmeyene dön demek acizlere,
Hak edene git demek asillere yakışır.”

Sen içimdeki Fenerli gibiydin. Biri demişti: “Sevmek, sabaha kadar, sonbahar… Sevmek bir sonbahar vakti düşen yaprakta ilkbahar pişmanlığıdır belki…Ve sevmek sabaha kadar sonbaharda bir ilkbahar…”

Ama sen ne sonbahardın, ne pişmanlık taşıyan bir yaprak. Sen, toprağa küsen, rüzgârla savrulmuş bir fenerlinin ve esmer bir kürdün yokluk hikâyesiydin.

Ve sonra sen giderken Urfalı Feridun’la kadeh kaldırdım, senin gittiğin gecede kalan aya.

“Herkes kendi ihanetine dönüyor ve herkes bir kes arıyor kessizliğinde.

Kocaman adamlar ve kadınlar, kahkahalarında saçları daha yeni örülecek kıvama gelmiş kızları önce doğurup sonra boğuyorlar.

Sonra herkes kadeh kaldırıyor kaybettiklerine:
“Şerefe!”
“Neye içiyoruz?”
“Gidenlere!”
“Kim gitti?”
“Kimse kim.”
“Doğru ya, herkesin bir gideni var, değil mi?”
“Bir de gönderdikleri…”

Ve işte, tüm bu gidişlerin, kaybolanların ve kalan faili meçhul yalnızlıkların arasında ben… Bir deneme yazarı olarak kendi yalnızlığımla, kendi yaşanmışlıklarımla ve kalbimdeki ihanetlerle kendimi hırsız yad eyledim ve dahi Diyarbakırlıca kendi kendime hırsız hırsız baş başa kaldım.

Neyse boş ver sevgilim…
Yozgat’a disco; Fener’e Monaco, Mexico ve Domenico Tedesco- maçın sonucuna göre bekarız…