Bir zamanlar aynı sofrada ekmeğini bölüşen, aynı sokakta çocukça kavgalara tutuşup ardından aynı kahkahada birleşen Yüksekova gençliği vardı. O yıllarda sırtınızı yasladığınız dostunuz, yalnızca insandı.
Bugün ise kardeşin kardeşe sırtını döndüğü, mendilin kirli ellerde sallandığı, sahnenin perde arkasında kanlı hesapların yapıldığı bir karanlığın ortasındayız. Bu acımasız yıkım, cehaletin karanlık kuyusundan fışkırıyor. Aşiret adı altında, bizi bizden koparan, bireyi dışlayıp kör bağlılığı kutsayan ilkel bir zincir. O süslü festivaller, o düğünlerdeki ağa pozları, hepsi bir koltuk kavgasının , güç gösterisinin renkli perdesi. O sahnelerde oynanan her halay, genç bedenler üzerinden yapılan bir iktidar dansıdır.
Mendili elinde tutanlar, aslında toplumumuzun ruhunu tutsak edenlerdir. Her adımda kardeşlik değil, bölünmüşlük ezgisi yankılanıyor. Onlar, halkın sırtından topladıklarıyla lüks içinde yaşarken, bir uyuşturucu bağımlısı, bir tefecinin ağına düşmüş gencin kurtarılması için kıllarını kıpırdatmazlar. Onların kardeşlik nutukları, çıkar pazarlıklarının üzerini örten bir oyundan ibarettir.
Her gün izlediğimiz sahneler
Birliğin ve kardeşliğin renkli birer karnavalı gibi görünse de perdenin ardında başka bir gerçek gizli, Koltuk kavgası . İlkel bir iktidar savaşının, genç bedenler üzerinden verildiği bir sahne. Renkli giysilerin, coşkulu ezgilerin altında, bir gencin soğuyan bedeninin sessiz çığlığı gömülü kalıyor. Kendini kanaat önderi sanan beyaz gömlekliler, düğünlerde ve taziyelerde baş köşeye kurulurken, toplumun gerçek yaralarını görmezden geliyor. Halkı sırtında taşıyan fakir, en küçük talebinde onur kırıcı sözlere maruz kalırken paranın, soyun, aşiretin ardına saklananlar baş tacı ediliyor.
Aidiyeti kutsayan bu kör zincir..
İşte cehaletin en çıplak yüzü burada beliriyor. insanı aforoz eden bu zincir, çağlar öncesinden kalma bir prangadır. Toplumu, biz ve onlar diye bölen, düşmanlığı kutsayan bir pranga. Ve ne yazık ki, bu prangayı taşıyanlar, onu bir şeref kemeri gibi görmeye şartlandırılmıştır. Sokak ortasında bir insanın linç edilmesi, bu kör bağlılığın ve güç gösterisi adı altındaki vahşetin en acı tablosudur. Dokuz kişi, bir kişiye saldırırken, kendi aşiretinden olanın yanında saf tutmak, geri kalmışlığın ve ahlaki çöküşün kara bir belgesidir. Oysa her yeni saldırı, her yeni ölüm, bu zincirin paslı halkalarıyla topluma çakılıyor. Ve biz, sessizliğimizle bu pası kendi ellerimizle büyütüyoruz. Her gün bir gencimiz daha, güç gösterisi uğruna toprağa düşüyor. Onun ardından yükselen ağıt hepimizin vicdanında yankılanıyor. Çünkü öldürülen her can; hepimizin ortak geleceği, kardeşliğimizin son kırıntısıdır.
Soruyorum: ne zaman yüzümüzü bu aynaya çevireceğiz?
Ne zaman sahte halayların, yapay festivallerin ardındaki çıplak gerçeği göreceğiz? Ne zaman, ben filanca aşirettenim demeyi bırakıp, ben Yüksekovalıyım demeyi hatırlayacağız? Yüksekova'nın kaderi, bizim tercihlerimizde gizli. Karanlığı lanetlemek yerine, hep birlikte bir mum yakalım. O mumun ışığı, önce bir evi, sonra bir sokağı, en sonunda tüm Yüksekova'yı aydınlatsın. Bırakalım geçmişin kavgaları, önyargıları, suni ayrımları toprağın altında kalsın. Bizler, geleceğin Yüksekova'sını, bilginin, erdemin, dayanışmanın ve kardeşliğin hakim olduğu bir şehir olarak birlikte inşa edelim. Yüksekova'nın geleceği, bu uyanışa bağlıdır.