Ben Sandım Ki Hep Kalınır

Abone Ol

**

Bazı kırgınlıklar var ki, adına hâlâ bir cümle kuramıyoruz.

Ne tam “gittiler” diyebiliyoruz…

Ne de içimizden çıkarabiliyoruz.

Çünkü bazı insanlar gitse bile, kalmayı en çok onlar hak etmiş gibi hissediyoruz.

**

Belki de biz en çok, “hiç gitmeyecek sandıklarımıza” yeniliyoruz.

Susanlara… uzaklaşanlara… yarım bırakıp hiçbir şey olmamış gibi devam edenlere.

Ve bir gün bakıyoruz;

En çok sevdiğimiz yerden eksilmişiz.

**

Rainer Maria Rilke şöyle der:

“Bazı insanlar içimize öyle bir dokunur ki, çıkıp gittiklerinde bile yerlerini hiçbir şey dolduramaz.”

İşte biz o “yer”de bekliyoruz çoğu zaman.

Dönmeyenlere inat…

Anlamayanlara rağmen…

**

Bazen biri gelir ve gitmez sanırsın.

Çünkü o kadar sahicidir ki… seninle aynı gökyüzüne inandığını hissedersin.

Aynı şarkılarda durur kalbiniz. Aynı suskunlukta yankılanır kelimeleriniz.

Ama işte en çok da orada yanılıyoruz.

Kalplerin aynı atması, yolların aynı yere çıkacağı anlamına gelmiyor.

**

Ve sonra öğreniyoruz:

Sevgi her şeyi kurtarmıyor.

Sadakat bazen yeterli olmuyor.

Çünkü bazı insanlar, en çok da “hak ettikleri sevgiyi” taşımayı bilmiyorlar.

**

Didem Madak’ın dizelerinde kalıyor hissettiklerimiz:

“Ben sandım ki, hep kalınır. Meğer bazen, ne kadar çok sevsen de gidilirmiş.”

**

Gidişin bir zamanı yok.

Kırılışın da.

Bazı insanlar öyle usulca gider ki; arkasından haykıramazsın bile.

Bir şey diyemezsin.

Çünkü bilirsin: Ne dersen de, duymayacak.

Ve belki de en çok o zaman susmak, çığlık atmaktan daha çok yakar içini.

**

Ama sonra bir şey olur…

Bir sabah, kahveni içerken ya da sokakta yürürken birden anlarsın.

Artık eksik hissetmiyorsundur.

Çünkü eksik kaldığın yerleri sen tamamlamışsındır.

Kendinle.

Yaralarınla.

Öğrendiklerinle.

**

Frida Kahlo şöyle demişti:

“Kırıldım ama iyiyim… çünkü yeniden kendimi inşa ettim.”

Ve işte tam da bu yüzden;

Bazı kırgınlıklar, aslında bir uyanıştır.

Kendine gelişin en sessiz ama en sarsıcı hali…

**

Artık kimseye kendini anlatmak zorunda hissetmezsin.

Kimsenin seni anlamasını beklemezsin.

Çünkü bir yerden sonra susmak, anlaşılmamaktan daha onurludur.

**

Öğrenirsin…

Kırılınca değil, kabullenince iyileşiyorsun.

Ve bazen, devam edebilmek için vazgeçmek gerekiyor.

İnsanlardan değil belki… ama kendini yoran beklentilerden.

**

Albert Camus der ki:

“Bazen bir şeyi değiştirmektense, ona başka bir anlam vermek gerekir.”

Ve biz tam da bunu yapıyoruz.

Acıya, kayba, vedaya yeni bir anlam veriyoruz.

Kırılmayı, eksilmeyi değil; güçlenmeyi seçiyoruz.

**

Çünkü mesele hep aynıydı:

Gitmeleri değil,

Gitmelerine rağmen sende kalanları onarmaktı.

**

Ve hatırla…

Bazı insanlar gider.

Ama sen kalırsın.

Daha güçlü, daha bilge, daha derin…

Ve artık biliyorsun:

Giden sen değildin.

Kalanı kaybeden onlardı.

?️ Bu yazı, sessizce büyüyenlere, susarak iyileşenlere, kendini baştan inşa edenlere ithaf edilmiştir.