**
Bazen insan, gözlerini kaçırdığı anda kaybeder insanlığını. Bir düşüşe sırt çevirdiği an, kalbinin en derin yerinde bir şeyin sustuğunu hisseder. Şehrin ortasında, bir adam sessizce yere yığılır; akıp giden kalabalık, aslında kendi içindeki yankıyı da duymaktan kaçar. Kimi adımlar hızlanır, kimi omuzlar daralır, ama kimse o anı göğüslemeyi göze almaz. Asfaltın soğuğu, kalplerin sessizliğine karışır.
**
Bu, sadece bir adamın düşüşü değildir. Bu, insanlığın kendi vicdanından kopuşunun anıdır. “Başkalarına karşı kayıtsızlık, insanın kendine karşı kayıtsızlığıdır.” Halil Cibran’ın sözü, bu suskun kalabalıkta yankılanır. Çünkü başkasının düşüşünü görmezden gelmek, kendi yaralarımızı da inkâr etmektir.
**
Modern zamanların hızı, başkasının gözlerindeki umutsuzluğu duymaya bile vakit bırakmaz. Herkesin parmakları bir ekranda, kulakları kendi iç yankısında. Bir sokak lambasının altında duran adam, artık kimsenin hikâyesi değildir. Herkes kendi iç hesaplaşmasında kaybolmuş, başkalarının kırılganlığına bakmayı unutmuş. Oysa her düşüş, insan kalbine açılan yeni bir kapıdır. Her bakış, bir kalbin derinliğine doğru yolculuktur.
**
Birinin yarasına el uzatmak, sadece onu kaldırmak değil, içimizdeki karanlığa meydan okumaktır. “Birinin yarasını sarmak, dünyanın kalbini sarmaktır.” O bakış, bir devrimdir: Kalabalığın ortasında bir çift gözün bile kaybolmasına izin vermemektir.
**
Belki de en büyük yalnızlık, kalabalığın ortasında bile bir yüreğe dokunamamak. Herkesin hikâyesi kendi içinde sıkışır; oysa bir düşüşe şahit olmak, tüm bu hikâyelerin ortak dili olur.
**
Ve belki de en çok bunu hatırlamalıyız: O sessiz anda, bakmak… sadece bir insanın düşüşünü değil, insanı insan yapan o bağı yeniden hatırlatmaktır. Çünkü her bakış, yüreğin derinliklerine açılan bir penceredir. Her düşüş, içimizdeki merhameti sınayan bir kapıdır. Ve bir çift göz kurtarıldığında, bir şehir değil; bir dünya, bir insanlık yeniden nefes alır.