BÖBÜRLENMEK

Abone Ol

Bizans İmparatoru Romen Diyojen, Türkler üzerine sefere çıkmıştı. Amacı, Türkleri Orta Asya bozkırlarına kadar sürüp atmaktı. Bu nedenle, Alparslan’ın kendine gönderdiği elçinin sulh teklifini reddederken şöyle diyordu: 

“Sultanınıza söyleyiniz; kendileriyle sulh müzakerelerini Rey’de yapacağım, ordumu İsfahan’da kışlatıp, atlarımı Hemedan’da sulayacağım.

 Bu sözler üzerine Türk elçi şu cevabı verir:

“Atlarınızın Hemedan’da kışlayacaklarından ben de eminim, fakat sizin nerede kışlayacağınızı bilemiyorum”

 Macar kralı Sigismund Niğbolu önlerine kalabalık haçlı ordusu ile gelirken, ordusuna bakıp, ‘’Gök çökse mızraklarımızla kaldırırız’’ derken ne kadar da böbürleniyordu.

Peki bunların sonu ne oldu ona bakmak gerek. Bilindiği gibi Romen Diyojen yenildi ve esir düştü. Sonrasında da, kendini Alparslan’ın çadırında buldu.

 Sultan’ın huzuruna getirildiğinde, utancından başını kaldıramıyordu. Sultan Alparslan, onu nezaketle kabul edip oturttu, gönlünü aldı. Diyojen, muharebe öncesi, muazzam ordusunun Türkleri muhakkak yeneceğine inandığını itiraf etti. Sultan Alparslan; “Eğer zafer sizin olsaydı, bana ne yapardın?” diye sordu. Diyojen, öldürteceğini açıklayamadı. “Kamçılardım” cevabını verdi. Alparslan; “Benim size ne yapacağımı düşünüyorsunuz?” diye sordu. “Ya öldürtürsünüz, yahut İslam memleketlerinde bir esir gibi dolaştırır, süründürürsünüz. Belki de... fakat onu düşünemiyorum, mümkün görmüyorum, ama... belki de, affedersiniz!” dedi. Alparslan, yenilgiye uğramış bir insanı daha da küçük düşürmek istemedi. Bizans İmparatorunu affetti.

Peki ya Sigismund. Osmanlı’ya atıp tutan Sigismund, bir Venedik kadırgasına binerek İstanbul Boğazı-Marmara ve Ege Denizi yoluyla Mora’daki Modon Limanına, sonra da Dalmaçya’da karaya ayakbastı. Oradan memleketine geçti. Haçlılardan, muharebeye katılmayanlar ve kaçanlar, kendilerini Tuna Nehrine atıp boğuldular. Muharebede pek çok asilzade, kumandan ve şövalye esir alındı. Yıldırım Bayezit ise, Niğbolu da büyük bir zafer kazanmış oldu.

Bir zamanlar bu ülkede bir cemaat vardı. Okulları, dershaneleri, yurtları, evleri, bankaları ile, Muhteşem, gösterişli, her şeyi bilen, her şeyden haberi olan, dünyayı dolaşan,  devlete adam yerleştiren, polis ve eğitim camiasını avucuna almış bir cemaat..... Türkiye’nin en büyük holdinglerini bile kendine bağlamış, muhteşem bir güç haline gelmişti. 2013’ün ikinci yarısından itibaren hükümete kafa tutan, seçilmiş siyasi iradeyi sarsmaya çalışan, devletin stratejik sırlarını deşifre eden, uluslararası düzlemde ülkesini itibarsızlaştırmaya çalışan bir cemaat. Peki neydi bu kadar yüksek özgüven, kime güveniyor, sırtını nereye dayıyordu bu cemaat?

Evet, işte bu soruların cevabını milletimiz 15 Temmuzda öğrendi.

 Saklanacak hiçbir şey kalmamıştı. Artık mızrak çuvala sığmıyordu. Amaç hasıl olmuş, niyet ortaya çıkmıştı.

Romen Diyojen ordusuna bakıp nasıl bir iştaha kapıldıysa, cemaat de aynı iştaha kapılıyordu. Macar kralı Niğbolu önlerinde Gökkubbeyi tutacağından emindi. Ama Yıldırım Bayezit karşısında Sigismund’un başına nasıl çöktüyse gökkubbe ; İstanbul ve Ankara da cemaatin başına çöküverdi.

Hani, insanoğlu hiç ölmeyecek gibi yaşar, hiç yaşamamış gibi ölüverir ya, işte öyle bir şeydi bu olanlar. İşte tüm bunlardan dolayıdır ki, taa Melikşah’tan beri hep söylenir: “Büyüklenme Padişahım, senden büyük Allah var!”