Geç Kalalım Her Şeye

Abone Ol

‘‘Zamanın Peşinden Koşmayanlara’’

Bir yere yetişmeye çalışırken, bir kapının önünde nefesimizi topladığımızda fark ederiz geç kalmak bir kayıp değil, bir direniştir. Hayatın bizden beklediği hız, bir yarış pistinin çizgileri gibidir; hep başkalarının temposuna göre ayarlanmıştır. Oysa insan, kendi zamanına dönünce özgürleşir. Bilerek gecikmek, susarak kalmak, aceleden çekilmek… Hepsi bir tür kendine dönüş, bir hatırlayıştır.

“Geç kalalım” demek, belki de ilk kez kendimize yetişmektir. Çünkü aceleyle yaşarken unuttuğumuz şey, her şeye vaktinde yetişmenin aslında kendimizi kaybetmek anlamına geldiğidir. En güzel şeyler geç gelir, çünkü güzellik acele etmez.

Yorgunluk ağır basar sonunda. Rüzgârın düşürdüğü yapraklar gibi sessizleşiriz. Hızdan çok durmaya, yetişmekten çok beklemeye ihtiyaç duyarız. Neye geç? Neye erken? Kimin ölçtüğü bir zamana neden yetişelim ki? Belki hiçbir şeye geç kalmadık, sadece kendimize geç döndük.

Susmak en doğru cümle olur. Zaman aksın, biz izleyelim. Kaybetmenin de bir anlamı vardır; çünkü kayıplarda, tutamadıklarımızda, yetişemediklerimizde duyarız kendimizi en çok. Bir şeyleri geride bırakırken içimizde ince bir sızı kalır; o sızı, hatırlamanın ta kendisidir. Eksilen her şey, içimizde bir yer açar ve o boşlukta nefes almayı öğreniriz. Belki de insan, tamamlanmadığı yerlerden sızan ışıkla kalır ayakta.

Şimdi şu soru kalır geriye; bizim öyle bir ömrümüz var mı geç kaldıklarımızı tamamlamaya? Yok. Ama tamamlamak değil mesele. Asıl mesele, eksik kalmanın da yaşamak olduğunu fark etmek. Çünkü o aralıkta, o eksiklikte, o sessizlikte biz varız.

Koşmayı bıraktığında, sesler yavaşladığında, herkes bir yere yetişmeye çalışırken sen durduğunda, bir boşluk açılır içte. Ne geçmişin ne geleceğin sesi ulaşır oraya. Sadece sen kalırsın — çıplak, suskun, ama kendi zamanında. O an anlarsın! Hiçbir şey geç değil, hiçbir şey erken değil. Zaman, içinden geçerken anlam kazanır.

Ve hayat, tam da o durduğun yerde başlar yeniden — ağır, eksik ama gerçek...