İyilik Yorgunları

Abone Ol

Görünmez kahramanlar vardır; ne bir kürsüde isimleri okunur ne de bir ödül töreninde alkış alırlar. Sessizce yaşar, sessizce omuz verirler. Onlara en çok ihtiyaç duyulan anlarda oradadırlar ama sonra hızla unutulurlar. Bu yazı, tam da onlar için yazılmış bir cümle kadar suskun durmalı burada.

İyilik yorgunlarıdır onlar. Kendi ihtiyaçlarını erteleyerek başkalarının yüklerini sırtlamış insanlardır. Sitem etmezler; çünkü içlerinde taşıdıkları sessizlik, kelimeleri çoktan aşındırmıştır. Yardım istemezler; ne çocukluklarında alışmışlardır istemeye, ne de yetişkinliklerinde yer bulmuşlardır buna. Onlar hep güçlü görünmek zorunda kalanlardır. Çünkü onların yıkılması, birçok kişinin ise dağılması demektir.

Saklı kalelerdir onlar. Görünmeden tutarlar çatlak duvarları. İsimsiz bir dokunuşun, vakitsiz bir gülümsemenin kaynağıdırlar. Ne alkış beklerler ne teşekkür. Ne zaman biri dağılacak gibi olsa, birinin gözyaşına sessizce mendil olur. Bir bakışta yıkımı sezen ama “geçer” diyebilen, gülümseyip kendi iç çöküşünü gizleyebilen bu insanlar; toplumun yükünü omuzlamaktan yorgun ama hâlâ ayakta kalanlardır. Birinin yürümeye devam etmesine yetecek kadar ışık taşırlar içlerinde. Ve çoğu zaman, bu da kimsenin fark etmediği bir mucizeye dönüşür.

Güçlü oldukları için değil, güçlü olmak zorunda bırakıldıkları için susarlar. Herkesin yaslandığı kişiler, yaslanacak bir duvar bulamadıklarında da ayakta kalmayı seçer. İşte bu seçimin yorgunluğudur onlarınki. Tükenişe yakın ama hâlâ dimdik. Kırılmış ama hâlâ sıcak. Her şeyini vermiş ama hâlâ varmış gibi duran... "Yalnızlığın koyulaştığı yerde, hiçbir şey söylemeden duran bir varlık gibidirler".

Kimse görmez; ama bir çift gözde parlayan umut, onların oradan geçtiğini haber verir. Bugünün toplumu sadece fiziksel değil, duygusal da bir enkazın altında. İyilik, çoğu zaman bir ayrıcalık değil, bir direnç biçimidir artık. Çünkü başka türlü ayakta kalmak mümkün değildir. Bu insanlar, iyiliği bir erdem olarak değil, bir hayatta kalma biçimi olarak yaşarlar. Gülümsemek, susmak, anlamak, vazgeçmek... Bunların her biri, yaşamla kurulan sessiz bir uzlaşmadır.

Ve ne yazık ki, bu iyilik hali zamanla toplumun alışkanlığına dönüşür. “O yapar zaten". “O halleder", “O koşar", denir. Oysa o kişi de insandır. Yorulur. Kırılır. İçine kapanır. Ve çoğu zaman, yalnızca bir cümleye ihtiyaç duyar. Ama o cümle gelmez.

"Alkışı beklemeyen iyilik de yorulur. Ama yine de susar"...