JAMAL: SOKAKTA BÜYÜYEN BİR KALBİN ROMANI

Abone Ol

“Düşenlerin, sürülenlerin, yersiz yurtsuz bırakılanların… sokak onların son sığınağıdır. Sokak özgürlüktür; çünkü özgürlük sokaktadır.”

Bir cümleden ötesi, bir yaşamın ta kendisi belki de… Yahut yaşamla ölüm arasındaki o ince çizgi; sensizlik, sensizliğin ertesi, aşk… Sensiz yaşanan dört duvarın ardından, özgür bir beyinle sokaklara uzanan bir ruhun yankısı… “Jamal…”

Bu cümle, romanın ruhunu özetleyen bir mısra gibi: varlığın en yalın hâli orada, sokakta, görünmezlerin arasında saklı.Haydi
Çık sokaklar Heidi! Sek sek oynayalım kalbimde…Yahut beş taş oynayalım; ama dördü havada asılı kalsın sen avucumda saklı kal…
Arus aşık olacak az sonra?

Demirtaş yazıyor… Pardon, yaşıyor! Hayatın her hâlini, parmaklardan akan Dicle ve Fırat gibi kahkahayla yüreklere taşıyarak yazıyor/yaşıyor. Yazmakla yaşamak, saçla sakalın birbirine karışması gibi onun kaleminde. Her şey sanal, her şey kurmaca, her şey gerçek — ve her şey sen… Sonra her şey sensizliğe dönüşüyor. Dört duvar arasında insanın kızı ve sevgilisi olmadan onurlu bir direnişin mücadelesi…

Ve aklım sonradan başıma geliyor, diyen Ahmet Kaya’da bir tutarsızlık, bir çelişki denklemi; el pençe divan dururken atılan kahkahalar…

Demirtaş, demir parmaklıkların arkasından değil; halkın kalbinden, sol yanından, sokağın taşlarından, bir çocuğun gözbebeklerinden anne sütünden beslenerek yazıyor.

“Jamal” yalnızca bir roman değil; bir insanın, bir toplumun iç çekişi… bir halkın haykırışı… Sokakta bilye oynayan çocukların gözlerinden bakıyor dünyaya. Pivazoyla var olmaya çalışan, arı vız vız, Koçero mız mız; kalıpları yıkarak gidiyor kalelere… Bir bir yıkmaya…

Bu sokak sen, ben, o, biz, siz, onlar… Ve belki de biraz sonra vurulacak göçmen kuşlar… Kanadı kırık, merhamet isteyen bir kuşun kalbi… Az sonra asmaya götürülecek denizlerin türküsü. Sokakta kalmış, nasırlaşmış taş bir kalbin yeryüzüne attığı en sessiz çığlık bu roman.

Sokak onda bir adres değil, bir kimliktir. Yalnızlığın diliyle konuşur; sessizliği bile direnç yüklüdür. Her karakter, yoksulluğun gölgesinde büyürken “insan kalabilmenin” ihtimalini arar. Ve Demirtaş o ihtimali hepimizin alnına yazar:
“Bir sokak vardır, orada insan insanla tanışır.”

“Jamal”, birinci tekil anlatımla ilerler ama her şey “sen”dir; her şey “onlar”, ötekiler… Kahramanın kendi içinden konuştuğu, kendi dünyasını ve duygularını yalın hâliyle sunduğu bir masal anlatısıdır bu. Okur ve anlatıcı tektir; okuru, anlatıcının zihnine yaklaştırır, umutlarıyla, kırılmalarıyla, direnciyle yüzleştirir.

“Jamal”da aşk bir sığınak değil, bir sınavdır. Bu sınavı geçmek lazım Kazım…Ama kimler kimler kaldı bu sınavda? Kimler mezarlıkta, kimler yara bere içinde, kimler yoğun bakımda, kimler pipetle geziyor çöllerde şimdi? Yoksulluğun ortasında, onurun ucunda yürüyen bir sevda… Bazen de yoksulluk ve onurun birbirine kardeş olduğunu görürüz Jamal’da. Kırılgan ama onurlu, sessiz ama dimdik duran bir hikâye bu. Bir yanıyla Arus’a dokunur, bir yanıyla insana…

Demirtaş, kalemiyle insanlığa bir kapı açıyor: içeriye değil, dışarıya, özgürlüğe. İçeriden dışarıya bir yolculuk! Her ne kadar her yolculuk içe olsa da… Çünkü bilir ki kelimeler bazen zinciri kırar, ve bazen bir roman, bir ülkenin vicdanını onarır.Bir özrün erdeminde özür dilemeden ben egosuyla yaşayabilmenin romanı…Sokaktan kaçma değil, sokakla bütünleşebilen insanlar!

“Jamal” demek, umutsuzların mücadele ile direnebileceğini, düşenlerin hâlâ ayağa kalkabileceğini fısıldamak demektir. Sokakta doğanların da gökyüzünü izleme hakkı vardır, der gibi. Hem de aynı durakta, aynı kardeşlik sofrasında…

Ve evet, bu roman bir kez daha hatırlatır bize: bazı kitaplar okunmaz, yaşanır. Bazı yazarlar yazmaz, yüreğiyle direnir.

Selahattin Demirtaş tam da orada duruyor, arada veya Araf’ta değil; bir kelimenin gölgesinde değil, bir halkın sarayında, kalbinde…

Selahattin Demirtaş, Edirne F Tipi Cezaevi’nde dört duvara meydan okuyarak, özgürlüğün beyinlerde ve ruhlarda olduğunu haykıra haykıra yazdığı eserlerle yalnızca siyasi kimliğiyle değil, güçlü bir edebiyat sesi olarak da okurla buluşuyor.

“Jamal” bu serüvenin en güzel, en değerli, en anlamlı halkası: sokakta yaşayanların, asilerin, aksilerin, görünmeyenlerin, kırılgan ; ama dirençli hayatların romanı. Bizim romanımız… Küçük insanların büyük romanı…

Ve bilinsin ki: edebiyat yazmasaydım delirirdim diyen Sait Faik ile yazmasaydım ölürdüm diyen şair arası bir gel- git’tir. Bir yazar için direniştir yazmak. Bir kalemle prangalar ve zinciri kırmaktır, bir cümleyle karanlığa, cehalete meydan okumaktır. Demirtaş yazdıkça, kalem de kağıt da susmuyor… Çünkü kelimeler bir halkın nefesidir.