Aşağıda okuyacağınız yazıda zamanın kimin başına ne getireceğini Allah’tan başka kimsenin bilemeyeceğine şahit olacaksınız. Bir husus da var ki haksızlığı haktan göstermeye çalışmanın beyhude bir uğraştan başka bir şey olmadığını da anlayacaksınız. Bu yazı 2010 yılında Seydişehir’deki yerel bir gazetedeki köşe yazımdır. Yazı ‘’İlahi Adalet’’ adıyla yayınlanmıştı:
Hz Musa Allah’ın adaletinin nasıl tecelli ettiğini merak etmektedir. Allah’tan kendisine adaletinin nasıl tecelli ettiğini göstermesini ister. Allah da Hz Musa’ya yakınlarda bulunan bir subaşına giderek gelişmeleri takip etmesini ister.
Suyun başına önce bir süvari gelir, ihtiyacını giderir, bir süre dinlenir ve atına binerek oradan uzaklaşır. Ama ata binerken altın kesesini suyun başında unutur.
Sonra suya bir çocuk gelir, suyunu içer, elini yüzünü yıkar ve bir de bakar ki bir kese altın… Alır gider. Çocuktan sonra suyun başına bu defa da yaşlı bir ihtiyar gelir; ihtiyar subaşında dinlenirken süvari(atlı) geri gelir ve ihtiyara burada bir altın kesesi unuttuğunu onu görüp görmediğini sorar. İhtiyar, hiçbir şey görmediğini söylese de süvari inanmaz ve ihtiyarı oracıkta öldürür.
Olup biteni seyreden Hz Musa tabi bu gelişmelerden hiçbir şey anlamaz. ‘Yarabbi ben bu olanlardan hiçbir şey anlamadım’ der. Allah Hz.Musa ‘ya seslenir ve Ey ‘ Musa’ der. O süvari(atlı) o çocuğun babasının malını yağmalamıştı. Biz de malı yağmalanan çocuğun babasının malını çocuğa geri iade ettirdik. Sonra o ihtiyar da zamanında bir hiç yüzünden süvarinin babasını öldürmüştü. Oğlu da babasının intikamını böylece almış oldu. Ey benim gafil kulum şimdi tövbe et, çünkü benim adaletim bu kadar açıktır.
Hani hep denilir ya “İlahî adalet” ya da “Etme bulma dünyası” diye. İşte hiçbir şey karşılıksız kalmıyor. Haksızlık, hak yemek, adaletsizlik, çalma, yalan, adam kayırma. Hiçbir şey… Kimsenin hakkı kimse de kalmıyor. Er ya da geç Allah’ın adaleti mutlaka tecelli ediyor. Ama herkes bunu göremiyor işte. Belki ancak bazı şeyleri idrak edebiliyoruz. Şu söz zaten dilimize çok yerleşmiş değil mi? “ Alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste”
Hz. Ömer’in devlet işlerini gördüğü yerde iki ayrı mürekkep bulunurdu. Birisi kendi özel yazıları için kullandığı, diğeri de Beyt-ül Malın mürekkebi. Ya, Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferi sırasında Gebze’de tüm askerlerinin heybesini aratmasına ne demek lazım. Mevsim tam meyve mevsimi, her taraf meyve ağaçlarıdır. Yavuz, Acaba askerlerim meyve almış olabilir mi diye sıkıntı içindedir. En sonunda tek tek askerleri aratır. Fakat hiçbirinde meyveye rastlanmaz. Bunun üzerine “Yarabbi çok şükür, eğer bir askerimde meyve bulunsaydı bu sefere çıkmayacaktım der. Bundan sonrasında hak adalet için yoruma gerek var mı? Elbette yok. Ama şunu söylemek istiyorum. Önümüzdeki hafta polislik imtihanları var. Duyuyoruz ki torpili olan mesleğe giriyor, Sınav soruları çalınıyor. Çalınan sorularla birileri meslek sahibi edilirken hak ettiği halde yüzlerce gencimiz başarısız olacak. Acaba bu hak ettiği halde başarısız olan gençlerin haklarını kimler, nasıl verecek. Huzur-u Mahşer’de sorulmayacak mı? Ya da sınav soruları çalarak göreve gelen kişiler bir ömür boyu helal mi yiyecekler yoksa başkalarının haklarını mı? Ben düşünüyorum ki hem mesleğe girenler, hem de aracılar ilahi adaletten kurtulamayacaklar. İlgililere selamlı bir uyarı gönderiyorum vesselam…
Yazı böyle bitmişti. O gün için yazımda sadece polislik imtihanından bahsetmiştim. Çünkü önümüzde o imtihan vardı. Bugün daha iyi biliyor ve anlıyoruz ki, ne imtihanlarda haksızlıklar yapıldı. Şimdi lütfen maziye bir dönün ve bakın. Ne görüyorsunuz hak, adalet, dürüstlük adına. Tüm bu olanlara bakınca insan sormadan edemiyor. Kimlerin ahı tuttu acaba?
18.11.2016
Ramazan ÖZER