KİTAP MEDENİYETİ 2

Abone Ol

 

İnsan ve toplum için son derece önemli olan okumanın bir yolu yordamı olmalıdır. Okuma bir usul halinde gerçekleşmelidir. Aksi halde okuma eylemi insana yarar sağlamak yerine zarar verebilir.

Şöyle ki:

Tarık Buğra, tek yönde tek görüşe bağlı kalarak yapılan okumanın cahilleşmek için harcanan hazin bir çaba olduğunu belirtirken, Cemil Meriç de niteliksiz okumayı akıl ve kitap arasındaki aşıkane muhabbetin sağlanamaması olarak düşünür.

Valery ise usulünü bilemeden yapılan niteliksiz okumayı;

“Cezalandırılmayan kabahat” sözüyle değerlendirir.

Bedenin nasıl ki bazı vitaminlere ihtiyacı varsa aklın ve zihnin de ihtiyacı olan vitaminimsi kitaplar vardır.

Bu kitaplar Türk kahvesi gibidir. İçinde emek ve sabır vardır. İçildikten sonra fincanda kahvenin telvesi kalır. Niteliksiz eser ise nescafe gibidir. İçinde emek ve sabır olmadığı gibi içildikten sonra da fincanda bir şey kalmaz.

Tüm bunların farkında olan okuyucu, kitapçıların raflarında boy boy yerini almış hepsinin de görüntüsü birbirinden güzel o alımlı kitaplara aldanarak seçim yapmaz. Okur; kendini hayattan uzaklaştırmayan, anlaşılmazlıkları anlaşılır kılan, toplum nezdinde kendine bir duruş kazandırıp yine kendine entelektüel bir zihin oluşturacak eserler seçer.

Ve yine okuyucu, Allah'ın: "Ben yere göğe sığmam; ancak mümin kulun gönlüne sığarım." dediği o engin gönlünü, kendisine verilen cüz-i irade ile varlığın sırrına ermeye çalıştığı zihin dünyasını kontrol edip “Her kitap tek Kitap'ı anlamak için okunur.” ibaresine de sadakat göstererek hangi kitabı okursam tek Kitap’ı daha çok anlayabilirim düşüncesi ile, fikirlerinin ve okuduklarının birleşmesinden meydana gelecek yeni düşüncelerin heyecanını da hissederek okuma eylemini gerçekleştireceği kitapları tercih eder.

Nitelikli okuma, tüm zamanlarda kabul edilen bir sanat eğitimidir. Bu sanat eğitiminde; hissetme, algılama, sezgisel bir yeteneğin canlanması, eleştirel bakışın gelişmesi ile yaşamı, yaşantıları ve insanları yorumlama gücü vardır. Yazar merkezli olarak başlayan okuma, metin merkezli olarak gelişir ve okurun dünyasında olgunlaşarak yeni fikirler üreterek meyvelerini vermeye başlar. Dahilen okur bu iletişim denklemine hazır olmalıdır ki istenen verimli okuma gerçekleşebilsin.

Okuma eylemi gözlerde başlar, zihnin algılaması ile devam eder; ancak gözün harfleri algılayıp beyne göndermesi, kelimelerin birer birer tükenmesi nitelikli bir okuma için yeterli olmayacaktır. Bunun için; aklın, ruhun, gönlün ve dimağın açık olması gerekir. Böyle bir halet-i ruhiye ise; kitap okumayı vakit doldurmak için değil kitap okumaya vakit ayırıp okuma eylemini kutsal bir görev ve asil bir eğlence olarak gören kimselerde tecelli eder ki böyle kişiler de kitaba karşı çok nazik ve saygılı davranır.

İslam medeniyeti kitaba olan saygıyı; anneye, babaya ve hocaya olan saygıyla eş tutmuştur. Kitaba karşı saygısızlık olmasın diye kitabı rahlede diz çöker vaziyette okumayı veya edep çerçevesinde oturarak okumayı uygun görmüş, yatıp uzanarak okumayı hoş karşılamamıştır. Oysa Batı’da durum böyle değildir.

Yatakta kitap okuma işi Romalılara dayanır. Romalılar göreceli sessizlikte gece çalışmaları yapar ve okurlardı. Süslü kitaplar ve yataklar onlar için değerliydi. Keşişlerin de hücrelerindeki ranzalarında okuma yaptıkları söylenmektedir. Romalılarda en güzel miras, iyi gösterişli bir yatak ve süslü kitaplardı. Kitaplar da genellikle kadınlar tarafından kızlarına bırakılırdı. Hanımefendiler okumalarını genellikle yatak odalarında yaparlardı.

Neden yatak?

Çünkü Romalılara göre yatakta kişilerin ve kalemlerin özgür olduğu düşünülürdü. Keyiften öte kişiye özel bir mekân olduğu için okuduğu kitabı neden seçtiğini onun hakkında ne düşündüğünü kimseye açıklamak zorunda değildi.