Siyaset

Sırrı Sakık: Bir halkın yarısıyla barışıp diğer yarısıyla savaşamazsınız

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Ağrı Milletvekili Sırrı Sakık, Türkiye’de Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin çıkışıyla başlayan tartışmaları Rûdaw’dan Kosar Osman’a değerlendirdi.

Abone Ol

Devletin mevcut inkâr politikasını artık sürdüremediğini savunan Sakık, 1993’teki çözüm girişimleriyle bugünü kıyasladı.

Sürecin şeffaf yürütülmesi gerektiğinin altını çizen Sakık, bölgesel dinamiklere dikkati çekerek, “Bir halkın bir bölümüyle barışıp diğer bölümüyle savaşamazsınız” dedi.

Sakık, Kürdistan Bölgesi Başkanı Neçirvan Barzani’nin “kolaylaştırıcı” rolüne işaret ederek, “Güney’in dahil olmadığı bir süreç zaten çok zahmetli ve riskli ilerlerdi” tespitinde bulundu.

Sorduğumuz sorular ve Sırrı Sakık’ın yanıtları şöyle:

- Devlet Bahçeli tarafından atılan adımla başlayan çözüm sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz?

- Türkiye’nin çok uzun süre önce başladığı, Kürtlerin inkârına dayalı politika son yıllarda artık devlet tarafından sürdürülebilir ve idare edilebilir bir halden çıkmış durumda.
Yıllar önce çok temel demokratik hakların verilmesiyle çözülecek bir mesele, ret ve inkâr siyasetinden dolayı bugün bölgesel bir hal almıştır. Önceki yıllarda sadece Türkiye Kürtlerine karşı konumlanan bu siyaset, artık Ortadoğu ve hatta Avrupa’daki bütün Kürt nüfusuyla karşı karşıya gelmeye başladı.

Kürt meselesinin çözüme kavuşmadığı her saniyede Türkiye, Kürtler ve Türkler açısından maliyet artıyor. Bence Devlet Bahçeli bu noktada devlet içindeki bir çizginin de temsili olarak bu sorunu aşmak ve kendilerince ortaya çıkan “bölgesel riskleri” Türkiye açısından azaltmak amacıyla bir çıkış yaptı. Sayın Öcalan zaten 40 yıldır çözüm için her türlü görüşmeye hazır olduğunu söylüyor. Bu anlamda çözüm ve barış herkes için çok hayırlı olur. 100 yıllık acı ve ölümle dolu bir mesele barışla sonuçlanırsa çok büyük bir eşik aşılmış olur.

– Türkiye tarihinde birkaç kez çözüm süreçleri başlatıldı. Fakat siz 1993’te Şam’a gittiniz. Celal Talabani ve Abdullah Öcalan ile görüştünüz. O zamanki zemini bugünle karşılaştırdığınızda tablo nedir?

- O yıllarda yine Sayın Öcalan barış girişimlerine çok kıymet veriyordu. Biz de yaptığımız temaslarda Turgut Özal’ın benzer bir isteği olduğunu gördük. Bu amaçla ve Özal’ın isteğiyle Şam’a gittik. Aynı zamanda dostum olan Mam Celal de katkı sunmak amacıyla geldi.

O dönem Sayın Öcalan’ın kaygısı, Özal’ın güçsüz olduğu ve devlet içindeki güçlerin onu öldürebileceğiydi. Nitekim biz daha Şam’dayken Özal’ın ölüm haberi geldi. O dönem devlet, bazı devlet içi örgütler tarafından rehin alınmıştı. Siyasetten çok bu derin güçler yönetiyordu. Karanlık yapılar kirli bir politika yürütüyorlardı. Bugün devlet içinde benzer çetelere rastlamak zor. Güçlü siyasi figürler var; fakat bugün de Kürt sorunu bağlamında siyaseti rehin alan bir oy kaygısı ve iktidarda kalma isteği görülüyor. Uzun yıllardır milliyetçi hamaset ve propaganda ile yoğrulmuş bir kamuoyu karşısında herkes oy kaybetmekten korkup çekingen davranıyor.

- Çözüm sürecinde ilerleme kaydedildi, bir heyetin İmralı’da Abdullah Öcalan ile görüştüğü konuşuldu. Net bir mesaj açıklanmamış olması sürecin hassasiyetinden mi kaynaklanıyor?

- Ben en başından beri sürecin şeffaf yürütülmesinin güveni artıracağını söyledim. Sayın Öcalan’ın da bu fikirde olduğunu biliyorum. Ancak oy kaybetme kaygısı, milliyetçi kesimlerin tepkileri gibi nedenler bir tarafı süreci daha kapalı yürütmeye itiyor. Fakat böyle olunca da şüpheler oluşuyor. İnsanlar bir şeylerin saklandığını düşünüyor ve sürece karşı güvensizlik gelişebiliyor. Bu ortamdan yararlanan bazı süreç karşıtları, elde ettikleri görüşme tutanaklarını kırpıp biçerek halkları karşı karşıya getirmek için tahrif ederek yayınlıyor.

- TBMM’de gelişmeleri yakından takip etme fırsatınız var. Bahçeli’nin girişiminden sonra MHP’li milletvekilleriyle ilişkileriniz değişti mi?

- Aslında süreç konusunda hemfikir değiliz. Onların kendilerine göre bir perspektifi, bizim ise başka bir bakışımız var. Hemfikir olduğumuz tek konu, bu meselenin müzakere ile sonlanması. Süreç başladıktan sonra iletişimde artış ve ilişkilerde yumuşama oldu. Irkçılıktan oy devşirmeye çalışan ufak birkaç kesim dışında herkes sözünü daha dengeli ve saygılı kuruyor.
Hatta bütün Meclis’te gerginlik azaldı. CHP’ye yönelik operasyonlar olmasa çok daha iyi bir hava yakalanabilirdi.

- Türkiye’de sürece karşı gelenler hangi eylemleri yapıyor?

- İçerideki provokasyonlar çoğunlukla milliyetçi–Türkçü kesimler ve bunların devlet içindeki uzantılarından geliyor. Bunların dışarıda da bağları var. Sosyal medya üzerinden barış karşıtı propaganda yapan birçok hesabın yurt dışından yayın yaptığı, Twitter (X) konumları açılınca ortaya çıktı. Bu hesapların bireysel kullanıcılar olmadığı da çok açık. Ayrıca savaştan ve milliyetçi hamasetten beslenen bir kesim var. Bunlar barış olursa ekranlara çıkamaz, milliyetçilik ve ulusalcılık satamaz. Bu nedenle aşırı söylemlerle toplumu kışkırtmaya çalışıyorlar.

- Ankara, üçüncü göz kabul etmese de DEM Parti’nin Kürdistan Bölgesi ziyaretleri sürüyor. Sizce Kürdistan Bölgesi, Ankara tarafından bir üçüncü göz olarak kabul edildi mi?

- Bence güçlü ve adil hakemlerin olması yerinde olurdu. Bu illa devletler olmak zorunda değil; BM gibi kurumsal yapılar da olabilir. Türkiye de Filipinler’de arabulucu devlet rolünde. Dünya örnekleri de böyle süreçleri destekliyor. Bu açıdan Güney Kürdistan’dan güçlerin sürece dahil olması önemli olur. Zannımca kolaylaştırıcı, arabulucu ve destekleyici roller var; ancak tam anlamıyla “üçüncü göz” olarak tarif edilebilir mi, emin değilim.

- Kürdistan Bölgesi ve özellikle Neçirvan Barzani’nin Ankara ile sürekli teması sürece katkı sağladı mı?

- Türk–Kürt ilişkilerini yeniden düzenleyeceksek bu süreç Kürdistan Bölgesi’ni de Rojava’yı da kapsayacaktır.
Bölgesel etkisi olan bir süreçte hiçbir parça dışarıda bırakılamaz.

Kimse “Ben sadece Türkiye’deki Kürtlerle barışıyorum” diyemez; çünkü bir insanın yarısıyla barışıp diğer yarısıyla kavga edemeyeceğiniz gibi, bir halkın da bir bölümüyle barışıp diğer bölümüyle savaşamazsınız.

Bu açıdan Başur’da görüşmeleri kolaylaştırıcı aktörlerin olması çok önemlidir. Sayın Neçirvan Barzani bu açıdan kıymetli bir rol üstleniyor. Güney’in dahil olmadığı bir süreç zaten çok zahmetli ve riskli ilerlerdi.

- Kürdistan Bölgesi halkına mesajınız nedir?

- Başur’daki Kürt halkına şu mesajı verebilirim: Bizler Bakur, Başur, Rojhilat ve Rojava olarak bir arada durduğumuz müddetçe Ortadoğu’daki halklarla çok daha eşit ve adil bir ilişki geliştirebiliriz. Birimizin ezildiği bir denklemde diğerimizin kârlı çıkması mümkün değildir.
Bu açıdan Kuzey’de yapacağımız onurlu bir barış, Başur’a da büyük güç sağlar. Kürt halkı ölümden ve zulümden bıktı. İnşallah ileriki günlerde dört parçada huzur ve refah içinde bir gelecek bizi bekliyor. Yeter ki birbirimize güç verelim, bir arada duralım. Hezar silav ji we re. (Size binlerce selam olsun.)