Sonbaharın Saklı Yüzü

Abone Ol

Sonbahar, dallarından sıyrılan bir ağacın sessiz itirafıdır; varoluşun çıplak hâlidir. Ne baharın taşkın coşkusuna ihtiyaç duyar ne de yazın yakıcı yüzüne. Karanlık sayılmaz ama ışığa da yaslanmaz; kendi içine çeken, kendi ağırlığına gömülen bir çöküştür. Tıpkı insanın, içindeki fazlalıkları dökerek geriye yalnızca kendisini bıraktığı o içe bükülen anlar gibi.

Zaman, her adımda biraz daha dağılır ve dünya bu dağılmanın içinde yavaşça kendi gerçeğine yaklaşır. Renkler soldukça, gürültü azaldıkça sessiz bir hakikat belirir. O hakikat, insanın da tıpkı doğa gibi bazen eksilerek berraklaştığını fısıldar. Çünkü her soluş kendi içinde bir arınmayı taşır; her dökülen yaprak, kabuğumuza biraz daha yaklaşmanın işaretidir.

Her mevsimin payı umut değildir; kimisi içe çöken bir ağırlığın adıdır. Umudu zorlamayan, teselli aramayan, kendini cilalamayan mevsimler de vardır. Ve çoğu zaman en dürüst olanlar onlardır. Çürümek yok oluş sayılmaz; bazen bir bütünlüğe, kendi sessiz özüne varmanın en yalın yoludur. Dışarıdan kayıp gibi görünen şey, içeride derin bir tamamlanmanın habercisi olabilir. Sonbahar, tam da bu noktada durur. Dağılmanın içinde saklı duran o içsel dengeyi, yavaşça kabullenmeyi ve sessizce toparlanmayı hatırlatır.

Belki de bu yüzden sonbahar, insanın kendine en çok benzediği zamanlardan biridir. Bir yanımız hâlâ yeşilden iz taşır; bir yanımız sararmış, kırılgan ve yorgundur; bir yanımız ise köke dönmeye, içe çekilmeye hazırdır. Bütün bu hâller aynı bedende buluşur ve hiçbirini inkâr etmez. Çünkü tamamlanmak, çoğu zaman tek bir renge dönüşmekle değil, bütün renklerin yavaşça sönüp geriye kalan özü görmekle mümkündür. İnsanın içindeki sessizlik derinleşir; sözler yerini ağırlaşmış bir farkındalığa bırakır. Sonbahar, aceleyi değil beklemeyi öğretir; tutunmayı değil salmayı. Ve insan en çok saldığında kendi ağırlığıyla karşılaşır.

“Sonbahar, dağılmanın aslında kendine dönmenin en sessiz yolu olduğunu hatırlatır.”