Umut Modumuz: Açık

Abone Ol

**

Bu dünyada insanın canı para etmiyor. Ne muazzam bir ifade; hem sarhoş eden hem de küçülten bir gerçeğin iki kelimede tutunması. Dünyanın her köşesinde kıyametler sıraya dizilmiş gibi: bir sel, bir yangın, bir fiyat tablosu, bir yalnızlık… Peki elimizden ne gelir? John Boyne’un sorduğu gibi: “Elimizden inanmaktan başka ne gelir? Her şeyin iyiye gitmesini ummaktan başka çaremiz yok.” Bu soru, fırtınanın ortasında bir ışık çubuğu gibi: kırılgan, kısa ama yol gösteriyor.

**

Parasal değerler ölçülebilir, borsalar dalgalanır; insanın değeri ise sayılarla anlatılamaz. İnsan, sevgiyle, hatırla, bağışlamakla, acıyı paylaşmakla kıymetlenir. Kıyafetini, evini, hesabını kaybedebilirsin ama bir anısını, bir iyi niyetini, bir el sıkışını kimse çalamaz. Bu yüzden umut, sadece duygudan fazlasıdır: bir direniş biçimidir. Václav Havel’in dediği gibi, “Umut, her şeyin iyi sonuçlanacağına dair inanç değil; nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, bir şeyin anlamlı olduğuna dair kesinliktir.”

**

Umut, çivi gibi: küçük ama sağlam. Camus’un yıllar önce söylediği o meşhur cümle, kışın içindeki yazı hatırlatır bize: “Kışın ortasında nihayet öğrendim ki içimde yenilmez bir yaz yatıyor.” Kış dışarıda ne kadar sert eserse essin, içimizde bir yaz ışığı vardır: susmayan, dirençli... Bu yaz, parayla ölçülmez; bir çocuk kahkahasıdır, bir komşunun kapısını çalma cesaretidir, kaybedilenle yüzleşme iradesidir.

**

Umut, masum bir aldatmaca değildir. Emily Dickinson’ın sade benzetmesi haklıdır: “Umut, kalbimize konan ve hiç susmadan ötüşünü sürdüren tüyden bir kuştur.” Kuş konar; bazen ötüşü zayıf, bazen güçlü ama her seferinde oradadır. Para ise rüzgâr gibidir, eserse bir anlık sıcaklık verir; durduğunda soğuk hissedilir. Umut ise daha derin, daha süreklidir.

**

Yine de umut görmek için kör olmak gerekmez; bakmak yeter. Nietzsche’nin hatırlattığı gibi, “Yaşamak için bir nedeni olan, hemen her şeye katlanabilir.” Bir nedenin varsa —sevda, görev, sanat, çocukların gülüşü—nasıl dayandığın anlaşılır. Para, bu ‘nedenlerden’ bir parça olabilir ama merkez olamaz. Merkez olan insanın varoluşudur: hatırlanan, özlenen, ardından konuşulan.

**

Bugün birçok coğrafyada kıyamet söylenceleri dolaşıyor; haber başlıkları telaşla birbirini takip ediyor. Ama her felaketin arkasında bir öykü, her yıkımın içinde bir el vardır: toparlayan, taşıyan, yeniden dirilten. O el bazen küçük, bazen yaşlı, bazen çocuktur ama hep insandır. Ve insan, umudu örebilen tek örgüdür. Pablo Neruda’nın dizelerine benzeyen bir duyarlıkla söyleyelim: sevgi ve umut, aynı toprağın iki tohumudur; biri yeşerirse diğeri de sürer.

**

Edebiyat bize öğretir ki, umudu savunmak pasif bir bekleyiş değildir; eylemdir. İnanmak, yazmaktır; ummak, paylaşmaktır; beklemek değil, inşa etmektir. Bir hayali fısıldamak, bir yardım elini uzatmak, vicdanlı bir karar almak… Hepsi umutla örülen hareketlerdir. Çünkü umut, sadece içimizde kalan bir kıvılcım değildir; onu dışarı taşımaktır.

**

Sevgili okur, bu satırları kapatırken hatırla: elimizden gelen en kıymetli şey inanmaktır; kendi insaniyetimize, birbirimize, geleceğe. Belki para dünyayı döndürür fakat dünya, umutla yaşar. John Boyne’un sözüyle bitirelim: “Her şeyin iyiye gitmesini ummaktan başka çaremiz yok.” Bu umudu yitirmemek, belki de çağımızın en cesur direnişidir.