Yerel Demokrasiden Mutlak Otokrasiye

Abone Ol

Türkiye, son yıllarda ekonomik daralma, siyasal gerilim, toplumsal kutuplaşma ve demokratik standartların aşınması gibi çok yönlü bir süreçten geçiyor. Asgari ücretin yetersizliği, atanamayan binlerce öğretmen, liyakat yerine mülakatın ön planda tutulması gibi sorunlar; yüz yılı aşkın bir birikimin adım adım tasfiye edilerek otokratik bir yönetim anlayışının giderek yerleştiğini düşündürüyor.

Coğrafya Yönetim Biçimini Belirler mi?

“Otokrasi iyi mi kötü mü?” sorusu Arap Yarımadası’ndaki herhangi birine sorulduğunda cevap çoğu zaman “iyidir” olabilir. Çünkü ülkelerin coğrafi yapısı, sosyokültürel dokusu, komşularının yönetim biçimleri ve stratejik konumları, yönetim modellerini doğrudan etkiler.

Ancak Türkiye’ye baktığımızda; ne stratejik konumu ne kültürel çeşitliliği ne de tarihsel birikimi otokratik ya da monarşik bir yönetime uygundur. Yüz yıllık Cumhuriyet deneyimi ve toplumsal çoğulculuk, tek kişinin mutlak belirleyici olduğu bir yapıya doğal olarak dirençlidir.

Osmanlı ve Monarşi Örnekleri Yanıltıcıdır

Son yıllarda ülkenin içine sürüklendiği yönetsel dönüşümü Osmanlı ile kıyaslayanlar var. Oysa bu karşılaştırma hem tarihsel hem pratik açıdan yanlıştır.

Evet, padişah mutlak yetkiliydi; fakat hiçbir padişah tek başına karar almazdı. Her padişahın divanı vardı: vezirler, defterdarlar, kadılar ve konuya göre danışılan uzmanlar… Kararlar istişareyle alınırdı.

Aynı şekilde Roma’da Sezar’ın senatosu; bugün Birleşik Krallık’ta Lordlar Kamarası; Rusya’da ise Putin’in Duma’sı bulunmaktadır. Yani mutlak görünen yönetimlerde bile bir tür denge mekanizması her zaman olmuştur.

Dolayısıyla Türkiye’deki mevcut yönetsel gidişatın Osmanlı ile ilişkilendirilmesi hem tarihî gerçeklerle hem de modern siyasetle bağdaşmaz.

Demokrasi Kültürü Kolay Terk Edilmez

Cumhuriyetle yönetilen ve farklı kimliklerin, inançların bir arada yaşadığı Türkiye’de toplumsal hafıza demokratik bir yaşamı içselleştirmiştir. Bu nedenle demokrasinin tam zıddı olan otokratik bir modele toplumu ikna etmek kolay değildir. Böyle bir dönüşümün gerçekleşmesi için en az iki üç kuşak boyunca yoğun bir çaba gerekir. Bu da insan ömrü kadar sürebilen otokratik yönetimler için oldukça uzun bir zamandır.

Çatışmasızlık Süreci: Umut ve Endişe Arasında

Kırk yıllık çatışmaların ardından yaklaşık bir yıldır diplomasi trafiğinin öne çıkması, silahların susması, bombaların patlamaması elbette umut verici. Fakat akil insanların sıkça hatırlattığı gibi: “Barışmak, savaşmaktan daha zor bir süreçtir.” Bu zor süreçte zaman zaman tökezlemelerin, kısa vadeli tıkanıklıkların yaşanması kaçınılmazdır.

Yerel Yönetimlerde Karmaşık Bir Dönem

Süreç başlamadan önce yapılan ön görüşmelerde, güçlendirilmiş yerel yönetimlerin önemli bir madde olduğu biliniyor. Artık silahların değil, sözün öne çıkacağı; hitabetin ve toplumsal iknanın daha etkili olacağı bir döneme giriliyor.

Bu sürecin yediden yetmişe herkes tarafından desteklenmesi gerekir. Ancak sürecin heyecanına kapılarak bazı gerçekleri görmezden gelmek de büyük hatalara yol açabilir.

Gözden Kaçırılmaması Gereken Üç Gerçek

  1. Burası Ortadoğu’dur.
    Bugün çatışmasızlık sürecine fazla kapılırsanız, yarın bölgede yaşanacak beklenmedik bir gelişme tüm denklemi tersyüz edebilir. Bu coğrafyada hiçbir süreç lineer ilerlemez.

  2. Kayyım yalnızca siyasi sebeple atanmaz.
    “Barış ortamı var, kayyım riski kalktı.” diye düşünen bazı yöneticiler unutmamalıdır ki kayyım yalnızca DEM Partili belediyelere atanmıyor. Batı’da, çoğu CHP’li olan birçok belediyeye yolsuzluk, usulsüzlük, hesapsızlık ve bilinçsiz kadrolaşma nedeniyle kayyım atanmıştır.

  3. Halkın duygusunu sömüren siyaset tükenmeye mahkûmdur.
    Kürt siyasi hareketi 1990’lardan beri ağır bedeller ödeyerek varlığını sürdürdü. Hapishaneler doldu; gazeteciler, vekiller, parti çalışanları bedel ödedi. Ancak bu büyük bedelleri kendi siyasi çıkarları için araçsallaştıran bazı şahıslar, bölge halkının duygusal dünyasına sızarak kendilerini mekanizmanın merkeziymiş gibi sunmaya çalışıyor. Bilinmelidir ki sahiplenmeye çalıştıkları ideoloji otokrasi değildir; yoldaşlık ve kolektif bir yaşam idealidir. Bu ideal, bireysel hırs ve çıkarcılıkla kıyaslanamaz.

Son Söz

Türkiye, demokrasi ile otokrasi arasındaki gerilim hattında kritik bir dönemden geçiyor. Yerel yönetimler bu dönüşümün en kırılgan noktası. Barışın kalıcı olması, yönetimsel aklın kolektifleşmesine ve toplumun tüm kesimlerinin sürece sağduyuyla yaklaşmasına bağlı.

Demokrasiyi ayakta tutmanın yolu, hem güçlü bir toplumsal hafızadan hem de iktidarın sınırsızlaşmasına karşı ortak bir duruştan geçiyor. Unutmayalım: Demokrasi, hatalarıyla bile otokrasiden daha yaşanabilir bir düzendir.