Yüksekova Üzerinden Bir Kültürel Sorgulama

Yüksekova Üzerinden Bir Kültürel Sorgulama
Abone Ol

Bazen fazla umutlanıyoruz. Gever Kitabevi’nde, Türkiye’nin tanınmış yayınevlerinden birinin dağıtım sorumlusu ile yaptığımız kısa bir sohbet sırasında dile getirilenler tam da bu umudu örseleyen cinstendi. Dağıtımcı, yıllık 25 milyon kitap bastıklarını ve hepsinin satıldığını söylediğinde gözlerimiz büyüdü. Bu rakam, bir yayınevi için neredeyse olağanüstüydü. Türkiye genelindeki yayınevleri düşünüldüğünde ise bu sayı, ülke nüfusunu dahi aşan bir tablo çiziyordu.

Ancak sohbetin sonunda gelen bir cümle, bu parlak tabloyu sil baştan kararttı: “Sattığımız kitapların büyük bir kısmı okunmuyor. İnsanlar sadece kitap okur gibi görünmek ve sosyal medyada paylaşmak için kitap satın alıyor.” Bu cümle, umutlarımızı sarsan itirafın özetiydi.

2024 yılına ait TÜİK ve Kültür ve Turizm Bakanlığı verileri de durumu açıkça gösteriyor: 15 yaş üstü bireylerin %73’ü hiç kitap okumuyor. Birleşmiş Milletler’in İnsani Gelişim Raporu’na göre Türkiye, kitap okuma sıralamasında 86. sırada yer alıyor. Ancak burada mesele sadece okunmayan kitaplar değil. Asıl mesele, düşünsel faaliyetlerin giderek zayıflaması. Zira okumamak, sadece metinle temas kurmamak değildir; hayatı, olayları ve dünyayı anlamlandırmaktan da uzaklaşmaktır.

Bu durum, bireysel tembelliğin ötesinde bir kültürel kopuşun ifadesidir. Bu kopuşun adı: düşünmeden yaşama alışkanlığıdır. Ya da daha çarpıcı bir ifadeyle: yaşıyor gibi görünmek. Zira artık insanlar düşünmüyor; anlam arayışı, sorgulama, entelektüel derinlik gündelik yaşamın çok uzağında kalmış durumda. Öğretmenden öğrenciye, yazardan memura kadar birçok kesim, anlık hazların ve geçici meşguliyetlerin içinde kaybolmuş görünüyor. Böyle bir toplumda sorunlar ya hiç fark edilmez ya da sadece geçici çözümlerle ötelenir.

Bir toplumu anlamanın yollarından biri, onun entelektüel sınıfının vaktini nasıl geçirdiğine bakmaktır. Gelişmiş ülkelerde öğretmenler, öğrenciler, kamu görevlileri ya da sivil toplum mensupları zamanlarını bilimsel çalışmalar, sanatsal üretimler ve düşünsel faaliyetlerle geçirirler. Bizde ise okey masaları, kafeler ve dijital ekranlar bu alanların yerini almış durumda. Bunun sebebi, bu zemini doğuracak tarihsel kırılmaların ya yaşanmamış olması ya da bu kırılmaları taşıyacak kolektif bir bilincin oluşmamasıdır.

Bu tıkanıklığı aşmak için yalnızca eğitim reformları değil, zihinsel bir kırılma, yani bir tür entelektüel uyanış gerekiyor. Çünkü artık okumak, sadece bilgi edinmenin değil; bir tür başkaldırının, direnmenin ve yeniden inşa etmenin aracı olmalıdır. Düşünmeyen toplumlar için başka bir çıkış yolu yoktur.

Bu soyut resme Yüksekova'yı eklediğimizde, tablo daha da belirginleşiyor. Çünkü Yüksekova’da kültürel yapı modernleşmeyle değil, ekonomik müdahalelerle şekillenmiş durumda. Eğitimden önce şehre para girdi. Para, eğitimin önüne geçtiği anda ise tüketim alışkanlıkları, değer üretiminin yerini alır. Bu da düşünsel yapının yeşermesini daha baştan engeller. Fiziki olarak şehir büyümüş olabilir ama düşünce daralmış, hayal ufku alçalmıştır.

Yüksekova’daki bürokratik yapı da bu zihinsel daralmayı yansıtıyor. Kalıcılığın yerini geçicilik almış. Okumanın öznesi olan öğretmenlerimiz de bu durumdan nasibini fazlasıyla almış. Okuyan, düşünen bir öğretmen tipi yerine, günü kurtaran, kendi yaşamında bile derinleşememiş memur tipolojisi yaygın. Öğretmen okumadığında, öğrenciye bilgi değil sadece komut aktarılır. Bu da bir eğitim değil, ezber üretimidir. Ve sonuçta insanlar düşünerek değil, yönlendirilerek yaşamaya alışır.

Toplumu inşa etmesi gereken öğretmenler düşünmediğinde; öğrenciler de bu değerlerle hiç karşılaşmadan büyür. Her yıl değişen müfredatlar, yapılan reformlar bu yüzden işe yaramıyor. Çünkü özne değişmediği sürece sistem değişmiyor. Oysa bir öğretmen yalnızca ders anlatmaz; aynı zamanda bir toplumun düşünme biçimini şekillendirir. Bu öznenin yokluğunda, eğitim kendini tekrar eder.

Bugün “okumak neden gereklidir?” sorusu bile birçok kişiye lüks bir soru gibi geliyor. Zira artık konuşarak, yazarak ya da düşünerek sorunların çözülebileceğine dair inanç tükenmiş durumda. Hatta birçok insan için artık bir sorun olduğu bile fark edilmiyor. İşte bu noktada atılacak ilk adım, hissizliğin farkına varmak olmalıdır.

Yüksekova örneğinde şehir olmak, sadece fiziksel bir dönüşüm değil; düşünsel bir inşadır. Bu inşa da ancak okuyan, düşünen bireylerle mümkündür. Belki de yapmamız gereken ilk şey, okumanın ne anlama geldiğini yeniden hatırlamaktır. Çünkü okumak, sadece kelimeleri yan yana getirmek değil; anlamı yeniden kurmak, dünyayı yeniden inşa etmektir.

Peki ne yapmalı? Her şeyden önce, küçük ama ısrarlı adımlarla işe başlamalıyız. Okuma kültürünü canlandırmak, bireysel tercihlerle mümkün. Bir öğretmen sınıfına bir kitap götürerek, bir veli evinde beş dakika okumaya zaman ayırarak, bir genç arkadaşına bir cümlelik öneriyle bile bu döngüyü kırabilir. Kamusal alanlar kitapla, kelimeyle, anlamla buluşmalı. Belediyeler, okullar, STK’lar kütüphane değil, "düşünce mekânları" inşa etmelidir. Çünkü artık mesele sadece okumak değil; birlikte düşünmek, birlikte üretmek ve en önemlisi de yaşama yeniden anlam kazandırmaktır. Yüksekova’dan başlamak üzere, her yer bir düşünce adasına dönüşebilir. Yeter ki inanarak başlayalım, istikrarla devam edelim.