Meslek hayatımın on beşinci yılına girerken, geriye dönüp baktığımda, zihnimde en çok yer eden şeyin ne başarılar ne ödüller ne de özel röportajlar olduğunu fark ediyorum. En çok hatırladıklarım; yitirilen canlar, gözyaşları, yıkılmış hayatlar ve hep aynı başlıkla gündeme gelen bir coğrafya: Hakkâri.
Yıllardır gazetecilik yapıyorum bu şehirde. Bölgedeki diğer meslektaşlarımla birlikte, çoğu zaman çatışmalarla, kazalarla, acı haberlerle anıldık. Elimizdeki kalemler umut yazmak için değil, çoğu zaman ölüm haberi vermek için oynadı tuşlarda. Bir keresinde, yaklaşık on yıl kadar önceydi, Hakkâri’ye yeni atanan bir il emniyet müdürü biz gazetecilerle tanışmak istedi. Samimi bir toplantıydı. Müdürün bizden ricası şuydu:
"Arkadaşlar, lütfen toplumsal olayları sürekli haber yapmayın. Bu, memleketinize zarar verir. Ben Hakkâri’ye atanacağımı öğrendiğimde internette araştırma yaptım. Karşıma çıkan tüm haberlerde olay, çatışma, ölüm vardı. Bu sizin değil, hepimizin vebalidir. Ama öncelikle siz Gazetecilerin boynunadır."
O an itiraz ettik. “Müdürüm, Hakkâri’de güzel şeyler güzel hizmetler yapılıyor da, biz mi haber yapmadık?” dedik. Aslında biz haklıydık ama müdür de haksız değildi. Çünkü bu şehirde güzel şeyler oluyorsa bile, sesi kısık kalıyor. Gelişen değil, sürekli geride bırakılan bir şehir Hakkâri. Türkiye’nin en uç köşesinde, iki ülkeye sınırı olan bu kadim toprak, nedense hep aynı kaderle yüzleşiyor: Geri kalmışlık, ilgisizlik ve acı.
Yıllardır bakanlar değişti. Her yeni Bakanın ilk iş Hakkâri’ye gelmekle oldu. Ziyaretlerde bulundular, esnafla tokalaşıp aynı helikopterle geri döndüler. Belediyeler... Halk önceki belediye Başkanlarından ne istedi ki? Sadece yazın tozdan, kışın çamurdan geçilmeyen yollar, musluklardan akan temiz bir su... Ama Bütün belediye başkanları bunu bile çok görüp o hizmeti yapmadı daha doğrusu yaptırmadılar diyelim...
Belediyeler değişti, başkanlar gelip geçti. Kayyum Cüneyt Epçim zamanında çocuklar ilk defa oyun parkıyla tanıştı. Her mahalleye bir çocuk oyun parkı yapıldı. Ne yazık ki bu mutluluk da kalıcı olamadı. Parkları birer birer kırdılar. Çünkü yıllardır eğitimi eksik bırakılmış bir kuşak, ilk defa sahip olduğu bu imkânları nasıl koruyacağını bilmiyordu. Aileler, çocuklarına temel ahlaki eğitimi veremedi çünkü onlar da başka yokluklarla uğraşıyordu.
Sivil toplum kuruluşları mı? Onların da çoğunun memleketin sorunlarına eğilecek vakti olmadı. Çünkü siyaset daha cazipti. Belki de gerçekten bu topraklar hep unutuldu. Belki de sadece seçim zamanlarında hatırlandı.
Ve yollar... Hakkâri-Van ve Hakkâri-Şırnak yolu, hafızalarda "ölüm yolları" olarak kaldı. Her yıl onlarca kazaya tanık olduk. Müteahhitler geldi, projeler aldı, kimi yarım bıraktı, kimi beceremedi, kimi sadece para peşindeydi. Ama sonuç hep aynıydı: Kan, gözyaşı, kayıplar.
Benim için bu acılar çok kişisel. 2009 yılının 28 Haziran günüydü, hâlâ dün gibi hatırladığım o kara günde, dayım Ali Er ve Celat Özkan, Çukurca'nın ölüm kokan tehlikeli yolunda bulundukları araç ile Zap suyuna uçtular. Kaza yerine vardığımızda sadece arabanın iskeletini bulabildik. Cansız bedenlerine saatler sonra, 2 kilometre aşağıda ulaşıldı. Annemin Zap kenarındaki feryatları çığlıkları hâlâ kulaklarımda. Herkesin hayatında bir yara var, ama bizimki hâlâ kanıyor. Yine Yunus Akgöz, 2010 yılında Çukurca yolunda aracı ile zap suyuna uçmuştu o gün bugündür hala cenazesi bulunamadı. Yine Depin yolunda İl Özel İdare’ye ait temizlik aracı Zap suyuna uçtu. Personel Orhan Akbulut günler sonra yaşam savaşını kaybetti. O virajlar biraz daha geniş olsaydı... Acil kaçış rampası olsaydı... Belki bugün Orhan abimiz hâlâ yaşıyor olacaktı.
Geçen haftalarda Van yolunda yaşanan feci kazada 8 canımızı kaybettik. Kimisi işten dönüyordu, kimisi hastaneye. İhmali kimde aramalıydık? Yol da mı, sürücünün tecrübesizliğinde mi, yoksa kaderde mi?
Yüksekova yolunda sabahın köründe işe giden işçilerin içinde olduğu minibüs yine kaygan yolda uçuruma yuvarlandı. İki can daha toprağa düştü. Aynı gün Serolandaki kazada iki kamyonet çarpıştı. Şans eseri kimse uçuruma yuvarlanmadı. Ve bu sabah… Çukurca’nın Geman köy yolunda malzeme taşıyan kamyonet, yine dar bir virajda devrildi. Mehmet Özbek hayatını kaybetti, Ramazan Deniz yaralandı.
Her gün bir acı. Her gün bir kaza. Her gün bir soru...
Coğrafya gerçekten kader mi? Yoksa biz bu köşede unutulmuş insanlar mıyız?