Bu şehirde yaşamanın hep bir bedeli olmuştur. Bazen ağır, bazen gereksiz, bazen de trajikomik bedeller. Yıllar geçti, zaman ilerledi, insanlar değişti, şehirler değişti ama bizim şehrimizde bazı şeyler hiç değişmedi.

İstila etme alışkanlığı...

Çarşının herhangi bir sokağında yürüdüğümüzde kaldırımı ve yolu istila eden insan yığınları, eşya yığınları ve araç yığınlarına bu şehirde fazlasıyla rastlıyoruz. Tüpçünün tüpleri, manavın kasaları, çaycının tabureleri, bakkalın, manifaturacının, hırdavatçının çeşit çeşit malzemeleri, tesisatçının neredeyse bütün malzemeleri kaldırımları ve yolları istila ediyor.

Bütün bunlar yetmiyormuş gibi bir de her köşe başına, her dükkan önüne tüneyen seyyar satıcılar. Gelişigüzel satış yapan irili ufaklı araçlar ve daha niceleri...

Peki bu durum, bu şehrin kaderi midir?

Maalesef! Bu durum şehrimizin ve bizim kaderimiz olmuş gibi görünüyor. Yıllardır durumun böyle olması sanki bir gereklilikmiş  gibi algımızda yer edinmiş. Bu durumu kendi şehrimizin bir kültürü olarak görmeye başlamışız. Ne yazık ki istila etmeyi bir kültüre(!) dönüştürme uğraşısı bizim için olağan ve kanıksadığımız bir duruma dönüşmüş vaziyette.

Yöneticiler değişiyor, yüzler değişiyor,  sözler ve vaatler değişiyor ama bu durum bir türlü değişmiyor. Her gelen yönetici iyi niyetle ve insani ölçülerle, kanunlarla bu duruma müdahale etmek istiyor ama ya eksik kalıyor ya da zamanla pes etmek zorunda kalıyor. Çünkü karşısında istilayı bir hak olarak gören bir zihniyet var. Zihniyet bu olunca da yıllar geçiyor ama hiçbir şey değişmiyor.

Peki bu kanıksanmış durum karşısında ne yapmalıyız?

Toplum olarak ortak bir tutum geliştirip bir şey yapacağımız yok ama birey olarak bir şeyler yapabiliriz.

Çarşı merkezindeki taburelerde ne olursa olsun, hangi arkadaşımız çağırırsa çağırsın oturmayabiliriz. Bunu yaptığımızda hiçbir vatandaşımız bizden rahatsızlık duymayacaktır. Bilhassa kaldırımda yürürken rahatsızlık duyan kadınlarımıza destek olmuş olacağız.

Bilinçli bir şekilde bu istilayı sürdüren, kaldırımı ve yolu işgal eden hiçbir esnaf ve seyyar satıcıdan alışveriş yapmayabilir ve ikna edici bir dille onları uyarabiliriz.

Usulüne uygun satış yapan, kirasını ve vergisini verirken vatandaşın her türlü hakkını gözeten esnaftan alışveriş yapabilir ve onlara destek çıkabiliriz.

Her türlü ortamda bu insani ve etik duruşu sergilemeye çalışabilir ve etrafımızdaki insanlara örnek olabiliriz.

Etik anlayış bir toplumun aynasıdır. Toplum olarak bizi düzeltmeyi hep başkasından bekledik. İlginçtir ki bu yanlışı en çok eleştiren de bizler olduk ama aynayı kıran da yine bizler olduk ve her seferinde kaybeden olduk. Bu alışkanlıklarımızı devam ettirdiğimiz sürece kaybetmeye devam edeceğiz. Mevcut sorunlarımız asla çözüme kavuşmayacak ve durmadan büyüyecektir.

Bizimle aynı düşünceleri paylaşan binlerce duyarlı insanımızın olduğunun farkındayız. Bu nedenle hep beraber bu istila alışkanlığına karşı güçlü bir duruş sergileyebiliriz. Şehrimizin değişmesi için insanımızın (zihniyetin ve alışkanlıkların) değişmesi lazım. Her birimiz kendi çapımızda bu değişime katkı sağlayabiliriz.

Bu şehirde değişim zor görünüyor olabilir ama zamanın insanlığa direttiği  değişim süreci burada da kaçınılmaz olacaktır. Bugün biz kendi irademizle değişirsek, kendimiz olarak kalabilir ve gelişebiliriz. Fakat yarın başkasının zoruyla, başkasının iradesiyle değişirsek asla kendimiz olarak kalamayacak ve yok olup gideceğiz.

Şunu unutmayalım ki istila bir kültür değil bir yıkımdır, trajik bir sondur. Tarihte başkalarının istilasına uğrayan milletler kendi içindeki “istila etme alışkanlığını” görmezden gelen ve kanıksayanlardır.

Ruhumuzu ve şehrimizi her türlü yıkımdan korumak ve kurtarmak doğanın, yaşamın ve inancımızın bizlere yüklediği bir sorumluluktur. İnsan olarak bu sorumlulukları yerine getirmekle yükümlüyüz. Aksi takdirde sorumlulukların ihmali geri dönüşsüz ve istenmeyen sonuçlara yol açabilir ve açacaktır.

Yaşadığımız şehirde sergileyeceğimiz bu tutum hepimiz için  bir vatandaşlık görevidir.