Türkiye'nin doğusunda, üç ülkeye sınırı olan stratejik bir konumda yer alan Yüksekova, yıllardır il olma hayali kuruyor. Nüfusu artıyor, genç nüfus oranı Türkiye ortalamasının üzerinde seyrediyor. Ancak büyüyen bu şehir, bir türlü kendi kaderine yön veremiyor. Yıllardır siyasetçilerin dilinden düşmeyen “il yapacağız” vaatleri, her seçim döneminde yeniden gündeme geliyor ama bugüne dek somut bir adım atılmış değil. Yüksekova, hem fiziki hem de toplumsal olarak büyürken; yönetil(e)mediği için sorunları da aynı oranda büyüyor.
Yüksekova, kendi içinde hem kalabalık hem de yalnız bir şehir. Artan nüfusun ihtiyaçları karşılanamıyor; altyapı yetersiz, belediyecilik hizmetleri dağınık, yöneticilerde vizyon eksikliği göze çarpıyor. Uzun yıllardır atanmış ve seçilmiş hiçbir yönetici sorunlara çare olmayı bırakın sorunların yanına bile yaklaşamadı. Şehrin derdi ile dertlenmedi. Yüksekova’yı gerçekten kendine dert edinen yöneticiler ise...
Şehirde ne sanayi var ne tarım ne de turizme yönelik bir atılım... Gençler ailelerinden çiftçilik, tarım, ticaret gibi işleri yapmak istemiyor. Çalışmak istedikleri iş alanları bölgede neredeyse yok. Bu yüzden gençler için umut vadeden bir gelecek yok. İşsizlik yüksek, girişimcilik desteklenmiyor ve şehri sahiplenen bir sermaye sınıfı oluşmamış. Yatırımcıların ilgisinden uzak kalan şehirde, ekonomik faaliyetler kayıt dışına kaymış durumda.
Yüksekova’nın üç ülkeyle sınır komşusu olması, teoriyle pratik arasındaki uçurumu açıkça gözler önüne seriyor. Bu eşsiz jeopolitik konumun sağladığı potansiyel, ekonomik kalkınma ya da kültürel etkileşim olarak geri dönmüyor. Aksine, sınır ticaretinin yerine kaçakçılık, kara para ve yasa dışı ekonomik döngüler konuşuluyor. Bu durum sadece ekonomik değil, toplumsal bir çürümenin de habercisi.
Yüksekova’da gençlik var, ama bu gençlik Yüksekova’da yok. Yüksekova’da bir gelecek göremeyen gençler büyük şehirlere gidiyor ancak bu bilinçli bir gidiş olmuyor. Üniversite hayaliyle ya da iş bulma umuduyla büyükşehirlere giden gençler, çoğunlukla geri dönmüyor. Kimisi büyük şehirlerin ağır çalışma koşullarında iş kazalarına kurban gidiyor, kimisi psikolojik yıpranma sonucu intihara sürükleniyor. Genç ölümlerinin artışı, yalnız bireylerin değil, sahipsiz bir toplumun da göstergesi. Yüksekova’da umut yoksa, geleceğe dair hayal kurmak da lüks haline geliyor.
Yüksekova’nın sorunları yalnızca kaynak eksikliğiyle açıklanamaz. Bürokratik temsil gücü zayıf, yerel yöneticiler etkisiz, sivil toplum kuruluşları ise işlevsiz. Oysa bir şehri şehir yapan sadece binalar değil, onun toplumsal örgütlenme gücüdür. Ne yazık ki Yüksekova’da bu yapı ya hiç inşa edilmemiş ya da içi boş bırakılmış. Sorunlar herkesin malumu ama çözüme dair ortak bir akıl geliştirilebilmiş değil.
Yüksekova’nın asıl ihtiyacı, tabelada bir “il” yazmasından çok daha fazlasıdır. Bu şehir, sahipsizliğin yarattığı yorgunluğu artık taşıyamıyor. Fiziki gelişme, toplumsal kalkınmayla desteklenmedikçe derin bir çöküşe yol açıyor. Bu nedenle, öncelikle Yüksekova’yı yönetecek liyakatli kadrolara, şehri sahiplenecek bilinçli iş insanlarına, yerelden yükselecek bir toplumsal iradeye ihtiyaç var.
Yüksekova’nın kaderi, sadece seçim dönemlerinde hatırlanan bir vaat olmamalı. Bu şehir, yaşamak isteyen ama yaşayamayan binlerce gencin; potansiyelini değerlendiremeyen yüzlerce ailenin; toprağında üretim değil, göç filizlenen bir coğrafyanın adıdır. Yüksekova yalnız bırakılmış bir şehir değil; yalnızlaştırılmış bir şehirdir.
Her şehir bir hikâye anlatır. Yüksekova'nın hikâyesi, yazılmayı bekliyor. Umutla, iradeyle, sorumlulukla… Yüksekova’yı yalnızlığa terk etmek, sadece o şehri değil; ülkenin doğusunda filizlenen tüm potansiyeli göz ardı etmektir. Şehir büyüyor ama yön bulamıyor. Şimdi artık bir yön tayin etme zamanı.