(Ya da kimsenin merhem olamadığı veba yaralarım üzerine senle bir iç monolog)

“Ölmek değil, aşırı dozda gülüşlerinden zehirlenmek istiyorum ben!”

Bu gece aşırı dozda sabah…
Sen aldım.

“Bazen tek bir dokunuş fazla gelir insana.
Bazen bir öpücük, bütün intiharlardan daha öldürücüdür.”

“Yaralarım var,” dedi kadın.
Sesi titriyordu.
Gözleri uzaklara dalmış,
kalbi sanki çölde susuz yürüyordu.

Arkadaşı, modern çağın seküler ezberiyle yanıtladı:
— “Bir psikoloğa görün… Belki bir psikiyatrist de iyi gelir.”

Kadın, gözlerinden süzülen yorgun ve kanamalı bir damla yaşla fısıldadı:
— “Ondan sonra… ondan sonra birçok psikoloğa, psikiyatriste gittim.
Hiçbiri fayda etmedi.
Kapanmayan, iflah olmaz yaralarım var benim…”

Arka masadaki adam,
belki bir yabancı, belki kadere gizli bir tanık;
gülümsedi.
O gülüşte çok yaşanmışlık,
çok susulmuşluk
ve çokça iyiliğin verdiği bir “ölmüşlük” vardı.
Ve dedi ki:

“Hiçbir yara, hiçbir psikologla tam iyileşmez.
Psikiyatristler ilaç yazar;
ama ruhun reçetesi yoktur.
Gezdiklerin, gezeceğin tüm uzmanlar
Lokman Hekim olsa… nafile.
Senin yaralarının merhemi ya bende…
…ya da bende bile değil.”

Sonra sustu.
Ama sükûtu konuştu:

“Öperek iyileştirirdim belki hepsini, bir bir.
Ama o begonvil zamanı çoktan geçti…”

Yaralar, Diyarbakır karpuzuna benzer.
Yattıkça, sustuklarını ve iyileşeceğini sanırsın.
Ama onlar, yata yata büyür.
Ve zamanı gelince…
Bir çığ olur, altında kalırsın.

O yaraları kanatmalı.
Tuz basmalı o yaralara
Sürekli…
Unutmamalı.
Unutmamak için de uyumamalı.

Kadın tam bir şey diyecekti ki,
adam başını kaldırdı,kadının gözlerine kilitlenerek:

“Ya da…
Gönlünü put sanıp da kırdıklarının kim olduğunu
bir İbrahim’den öğreneceksin.
O gönül kırıklarını tamir edeceksin.
Ve son bir yol daha var:
Yükünü bırak.
Affet.
Hem onları…
hem kendini.”

Çünkü mesele şu:
Dünya derdi tek başına taşınmaz.
Kimse bu kadar güçlü değil.
Kimse bu kadar yalnız da olmamalı.

Ve sonra, o sözler döküldü dudaklarından.
Bir duanın acı içinde filizlenişi gibi:

“Ya da ben…
Okumaktan acizdim dün,
bugün de acizim,
yarın da aciz olacağım.
Sen en iyisi…
benim adımı kullanmadan
bağıra bağıra oku bu sözleri.
Herkes duysun.
Şifa bulsun biçare gönüller!
Herkes bilsin ki:
Yaralar, psikolog veya psikiyatrist gezerek değil…
Yüzleşerek, sevilerek, affedilerek iyileşir.”

Adam iç geçirdi sonra.
Biraz Tanrı gibi…
Biraz insan gibi:

“Bırak kendini Allah (hâşâ) zannetmeyi.
Sen her şeye muktedir olamazsın.
Her şeyi yönetemezsin.
Sen çocukların sahibi değilsin.
Onların sahibi Allah.
Sen hiçbir şeyin sahibi değilsin.
Bırak Tanrıcılık oynamayı.”

Ve sonra kadının gözlerinden göğe bakarak,
acı ve gri bir ses tonuyla konuşmaya devam etti:

“En büyük zalim sensin.
Kendine zulmeden sensin.
Nefsine tapan, ruhunu unutan… sen.
Zalimlerden olma.
Çünkü şairin dediği gibi:
Ağzının içi kokuyor…
Acep bahçe mi?”

Hayır, bahçe değil.
Orası, yıllardır susan bir kalbin
ta kendisi.


“İBRAHİM”

Asaf Hâlet Çelebi

İbrahim
içimdeki putları devir
elindeki baltayla
kırılan putların yerine
yenilerini koyan kim

Güneş buzdan evimi yıktı
koca buzlar düştü
putların boyunları kırıldı
İbrahim
güneşi evime sokan kim

Asma bahçelerinde dolaşan güzelleri
Buhtunnasır put yaptı
ben ki zamansız bahçeleri kucakladım
güzeller bende kaldı
İbrahim
gönlümü put sanıp kıran kim