"Beni en güzel günümde
Sebepsiz bir keder alır.
Bütün ömrümün beynimde
Acı bir tortusu kalır.
Anlayamam ,
İçim dar bulur yerimi,
Gönlüm dağlardakederimi,
Bir ateş yakar derimi bunalır.
Ne kış, ne yazı isterim,
Ne bir dost yüzü isterim,
Hafif bir sızı isterim,
Ağrılar, sancılar gelir.
Yanıma düşer kollarım,
Görünmez olur yollarım,
En sevgili emellerim
Önüme ölü serilir...
Ne bir dost, ne bir sevgili,
Dünyadan uzak bir deli...
Beni sarar melankoli:
Kafamın içersi ölür.
                        Sabahattin Ali


Not:Bu hikaye yaşanmış bir olaydan yani  gerçek hayattan alınmıştır. 
Not2: Gerçek diye bir şey yoktur???

Bingöl Sultan Ana Lisesi'nin kocaman ve şiir  yürekli  müdür yardımcısı Ali Selahattin gözünü Bingölün öksüz  dağlarına ve yetim ormanlarına  dikmiş elinde açtığı dosyaya bakıp bakıp defalarca okuyor ve ağlıyordu. Bu Memet'in Urla Miili Eğitim Müdürlüğü'ne  ve İzmir Milli Eğitimin Müdürlüğü'ne defalarca yazdığı dilekçenin ta kendisiydi.... 


..............Yıllar yıllar önceydi sene aşkların önce ihanete sonra  intihara  durduğu, gebe kadınların karınlarının deşildiği ve  yüzlerin hiç gülmediği senelerdi.
 Bingöl'ün dağları Yaşar Kemal olmuş, yemyeşil ormanları Apo Musa olmuş kürtçe ıslık çalarak Memet'i dağlara çağırıyordu.İnce Memet-5 Bingöl'ün dağlarında kaleme duracaktı,bir efsanenin en zayıf  yüreğinde.

Burada kartallar bile hep yaralıydı ve yürekleri kanıyordu karıncaların..Ya zalim olacaktık buralarda ya Hansel ya da Gretel...Hem Hansel hem de Gretel olunca pepuk pepuk geziyordun dağların yüreğinde.Yiğitler/İnce Memetler Mehmet Uzun'un keder "Kader Kuyusu'nda" hep  avlanma hakkı gaspedilmiş bir aslan sancısında ve  ceylanı an(la) ma gecesinde.

     Yaralar hep kanar, hiç kabuk tutmaz buralarda. Yaralar derin ve ağır ;  kurşun renkli kahpe geceler gibi. Bursa değil burası.Burası Musa'nın asası ve yarası her daim  bin göl olan aşkların tarlası.Ahhh Bingöl, bin yara.Bin yaraya şifa, bin merhem.

 
Burası Heidi'nin Heidegger'e çıplak ayaklarla gülümsediği ve Tolstoy'un yüreğini ısırdığı bin göl yöresi. Dostoyevski'nin sihirli annem kokan  Kumarbazı ve Heidi'nin alkolik dedesi var hep masal niyetine kanlı,kınalı ellerimde. Başka ne olsun ki....Çay ,sigara,inek ,süt,alabildiğine dağlar,limon ve  Heidi!Haydiiiiii ordan hem bajo hem de  yürüüüüü.....Hem bajo hem de yürüüü pepukoğlu pepuk halkların kardeşliği Hansel ve Gretel.....


Kar bir diz  boyunu geçmiş, gündüz gündüz olmasa mı buralarda hiç deyip   ; yine  haram ve harami geceler misali günlerden  birini yaşıyordu.

 Memet yerinde duramıyor. Ders anlatamıyordu, gözbebekleri büyümüş üstelik  gergindi.Nefes alamıyordu kalbi çarpmıyordu adeta. İki sene önce İzmir otogarından anesinin yuvarlak simsiyah gözyaşları ve babasının  kıpkırmızı gözyaşlarıyla uğurlanmış Urla'da öğretmenlik yapan bıyıkları terlemeye yeni isyan duran bir öğretmendi.

Yüzlerce dilekçe yazmış, başvurmadığı yer kalmamış ; lakin hiçbir olumlu cevap almamış hatta  gittiği her yerde Gregor Samsa(F. Kafka'nın Dönüşüm kitabında dev böceğe dönüşen insan ki insanken bile insan muamelesi göremeyen ) muamelesi görmüştü. İstemeye istemeye şark görevi diye gönderilmişti Bingöl'e.

Ama gel gör ki Bingöl geceleri çok soğuk ve hep  karlıydı. Üstelik Urla gibi yakamoz da yoktu denizinde, aşk da kokmuyordu esmer göklerinde.

 Yer gök ateş fışkırıyordu ve Memet  henüz daha hüznün  27  yaşındaydı, deliliğe destanlar dizilirken Bingöl'ün  duygu köşelerinde.

Kararını verdi ve öğrencilerine aldığı sobanın üstündeki kestanelerden birini ikiye bölüp yarısını ön sıradaki Abdullah'a verdi, yarısını da ağzına attı. Sonra gözlerinden dökülen annesinin gözyaşlarını tutamadı ;babasının gözyaşlarını ise unuttu bir anlık boşluktan dolayı.Yoksa onlarsız, hiç ağlamazdı eşit aşk ve eşit sevda adına. 

Çocuklar: " Hepinizi ayrı ayrı çok seviyorum, hakkınızı helal edin;ben gidiyorum, belki bir daha  görüşemeyebiliriz."dedi.

 Öğrenciler hocam  ne olursunuz bizi bırakıp gitmeyin diyen gözlerle ağlıyordu.. Hepsini kucakladı tek tek sarıldı ve önce yüreklerinden sonra da sözlerinden/gözlerinden  öptü.

Ardından çıkıp yürümeye başladı.Sezai , öğretmenin arkasından koşup: " Öğretmenim ne olursunuz, yalvarırım ; gitmeyin."  dedi. 

Memet:"Artık gitmek gerekir,en yakın diyarlardan en uzak diyarlara  Sezai."dedi. 
Nereye hocam, nereye gitmek gerek?uzun bir sessizlik ve sonrası, yar-a;sonrası bir yar-a-sa. 
uzun bir sessizlik sonra o muhteşem Bingöl/Karlar ülkesi gülümsemesiyle:
"Bembeyaz karlarla örtülü dağların yücesinde meleklerle buluşmaya gitmek gerek,artık  melekleri bekletmemek gerek Sezai." dedi.

 Sezai hiçbir şey anlamamıştı bütün çocuklar gibi. Sadece ağlıyordu ;çünkü öğretmenini çok seviyordu, herkes gibi. 

Paltosunun heybesinde aşk biriktirmişti, sevgi koleksiyonu yapmıştı Memet.Ondan olsa gerek : ' Üstümdeki merhamete dair ne varsa  kurtulmam gerekir." deyip paltosunu köyünün çıkışındaki çobana bırakıp yürümüye devam etti.

 Kapkara kömür gözlü Ayşe, yolunu kesip  defalarca nasılsın örtmenim diye sordu ;   o ise Ayşe'ye sadece hıçkırıklar  şeklinde çıkan sesiyle ve sırf Ayşe'yi sevdiğinden öğrendiği küçük bir kürtçe şiirle cevap verdi.

Nebije çawayi 
Nizanım Çawanim 
Ez bırındarım kulbirinim 
Ez bırındarım kurdinalım 

Sonra, da Ayşeye gülümseyerek: "Memo  gitti, Çu Çu Nema Memo." deyip arkasına bakmadan dağların açılan kollarına bıraktı kendini, kardeşliğe hasret ormanlık alandan. 

Bir daha da kimse izine rastlamadı.Hiçbir haber alınamadı Memo'dan. Anası körolası Memo babası yetim kalası Memo nerelere gittin. Burası ,neresi?

Bütün ısrarlara rağmen her yer kara, güneş kapkara. Hava şartlarını öne süren  jandarma da  ekip  çıkarmıyordu..  


Selahattin öğretmen artık bu sessizliğe ve habersizliğe dayanamıyordu.Bütün öğretmenlerle konuşup hepsini  ikna etti tek tek ve e öğrencilerle de  ekip oluşturup onu aramaya çıkacaklardı dağlara. 

Eksi 20 derece hüzün kokuyordu her yer. Burda soğuklar her an ihanet edebilir diye eller gözler her yer kapatıldı ,fenerler ellerde  herkes aramaya bir it hazırlığında. 

Selahattin, o babacan ve yakışıklı hatip kıskandıran davudi sesiyle: 
"Canımızı, ciğerimizi,iki gözümüzü bugün her ne olursa olsun  bulmadan asla  dönmüyoruz arkadaşlar." dedi.

 Herkes dağılıp  ayrı  yönlere  doğru yürümeye başladı. Bir umut ile bin umut ile . Bir düş ile bin düş ile. Sevda ile. Aşk ile.

 Orman 29'a dağlar 30'a bölündü adeta, gerçi bıraksalar bir kasap sessizliğinde kuzuların da sessizliğinden istifade yüz parçaya bölüneceklerdi. 

Karanlık bastı basmasına ;ama hiçkimse geri dönmüyordu. Derken 14. saatte bir ses duydular bu Sezai'nin sesiydi ezanvari sesiydi. Sanki dağlar inliyordu, inleye inleye ağlıyordu, Memet öğretmenin  çırılçıplak yalnız cesedi başında.

Sezai sanki onu takip etmesi için bir gün önce yaptığı ve aynı gün  okuduğu ve   her adımda bir kağıt  bıraktığı yazılı kağıtlarını takip ede ede bulmuştu öğretmenini.Hansel ve Gretel'in evin yolunu bulmak için yola bıraktıkları çakıl taşları ve ekmek kırıntıları gibiydi sanki bütün düzenek. Ama bu sefer bulunması gereken bir ceset  için yola bırakılmıştı kağıtlar  tek tek ve özenle.

En düşüğü 80 olan kağıtları yüksek sesle  okuya okuya ve ağlaya ağlaya ilerliyordu Sezai.
Ali Rıza 80
Aylin 85
Ayten 90
Mahmut 95
Gani 85
Abdullah 90..... Ve böylece devam edip giden liste.. Son kağıdı eline aldı   Sezai 100 diyecek oldu diyemedi, boğazı düğümlendi, sözcükler bittiği yerdeydi artık;öğretmenin cansız bedenine kilitlendi ve öylece kalakaldı yüreği. 

Memet bütün elbiselerini çıkarmış ve bir melek gülüşünde ellerini usulca başının altına koymuş anne cerni pozisyonunda uyumuş kalmıştı  bir çocuk tebessümünde. 

Sonra çok sonraları bir gün ormanı dağ eyleyip karları ve dağları cellat eyleyen  bembeyaz karlara boynunu ve yüreğini teslim etmiş pırıl pırıl 17 sinde bir genç gördüler.. Tıpkı ümit Yaşar Oğuzcan'ın Galata Kulesi'ndeki oğlu Vedat gibi 17'sizdeydi  henüz Sezai.... 

 Ve o gün bugündür her 2 Nisan'da Selahattin Hoca Mehmet'in çok sevdiği ve Bingöl'de kendisinden öğrendiği Urfalı Feridun şiirini  okur...


......."Şimdi küfretmeden Allah'a ve kara parçalarına koşmak gerek.Terlemiş bir attan beter kokan bir ülkeden bahar kokan bir ülkeye pamuk toplamaya gitmek gerek.Söz vermek ve sözünde durmak gerek.Gerektiğinde değil doğru zamanda doğru yerde olmak/ölmek gerek.Lastik ayakkabılarımızı güneşe koyup kocaman bir sessizliği kokutmak gerek.Ekmek arası torak yemenin hazına süphan eteğinde varmak gerek.Karacadağ da tektonik bir gölde tüm günahlarımızdan arınıp şiirimizi oraya bırakmak gerek.
Lâ havle!
Yetmişlik bir adamı on yedilik bir kız çocuğuna dokunurken boynundaki muska ile boğmak gerek.Otogarları ve Muş'u yakmak gerek.! Tanık olduğum her anı belleğimden nasıl sileriz bilmem ama tanık olabileceklerimi bıyıklı pis bir adamın gözü önünde bayrak yapıp yakmak gerek.Patnos'a,Bulanık'a otobüs gitmemeli.! Ergen /erken ölüyor o zaman küçük kadınlar.Tüm dağları ve terminalleri saçları boyalı bu adamların başına yıkmak gerek.Yani anlayacağın sevgilim mazot içirteceksin sonra sıratı bu dünyada kuracaksın bu tipsiz adamlara.Bir tane vêl deresi yetmez bunlara Fırat Munzur ve Dicle'yi birer vêl eyleyip ayak parmaklarından yakmaya başlayacaksın.
yani?
-yani; sen hiç otogarda çalışmadın ki!

Bu sebepten sevgilim senin yaşadığın yere gelmek gerek.Oradan başlamak ve değiştirmek gerek.Renkli potinli çocukların belleklerinden öpüp başlarına birer şiir geçirmek sonra kocaman şehirlerin aslında birer cehennem olduğunu/ kendi cennetinizi tahtaya çizin deyip çok taşlı çok kara bir coğrafyanın aslında bir yurt olduğunu anlatmak gerek.Bırak küfür etsinler.Esmerler küfr edince tanrı gülümsermiş! :)"........

Ve artık gitmek gerek , buralardan senin yaşadığın yerlere gitmek gerek Memo  Hocam diyen Selahattin'in  gözlerinden dökülen yaşlar damlıyordu kırmızı balık ve balık etli  dosyaya.Şimdilik son kez  yüksek  en yüksek  sesle okudu   dilekçeyi Selahattin:

   "Ne olursunuz ,beni doğuya göndermeyin. Annemden babamdan uzaklarda ben çok üşürüm.Hem oraların dağları ve ormanları çok soğuk.Ben biraz dengesizim biraz da deli olabilirim.Buralarda  bazı bazı  kayboluyorum, bulamıyorum, evimin yolunu iki üç gün. Dağlarda, ormanlarda uyuyorum; ama buralar sıcak. Oralar ise insanı sıcak , dağları  çok soğuk. Ne olursunuz, beni oralara göndermeyin. Biliyorum bir gün yolumu kaybedeceğim  dağlara sığınacağım ve  sonra ancak  çıplak bir vaziyette cesedimi  bulacaksınız..."

Ali Selahattin Hoca bir dahaki 2 Nisan'da yeniden açmak üzere dilekçeyi katladı,dosyaya koydu;kapının önündeki valizle göz göze geldi.Valize doğru yürüdü,valizi  kucakladı. Ve............................."