Orta Doğu’da ve Doğu Avrupa’da süren vekâlet savaşları; sadece coğrafyayı değil, bizleri de derinden etkiliyor. En çok da ekonomimizi… Elbette bu savaşların en ağır bedelini, yerinden yurdundan olan, günahsız siviller ödüyor. Her gün ekranlarda aynı görüntüler, aynı yorumlar, aynı analizlerle karşı karşıya kalıyoruz. Kendi çıkarları doğrultusunda konuşan onlarca analizciyi dinlemekten bıktığınızı biliyorum; bu yüzden o tartışmalara girmeyeceğim.
Somali’de açlıktan ölen çocuklara ise yüreği olan herkesin içi acıyor. Bir lokma ekmeğe muhtaç çocuklar hayatta kalmaya çalışırken, biz yıllarca tonlarca ekmeği ve gıdayı çöpe attık. Ama o yıllar geride kaldı; artık halkın büyük bir kısmı geçim derdinden israf yapacak hâle bile sahip değil. Yine de ülkenin imkânlarını sonuna kadar kullanan bir kesim var; onlar tüketmeye, israf etmeye devam ediyor.
Bu derin mevzuları şimdilik bir kenara bırakalım. Çünkü bizi doğrudan etkileyen ve aslında bir ömür boyu iç içe yaşadığımız daha temel bir meselemiz var: Ortak yaşam alanlarını nasıl kullanacağımız.
Sorun da bizde, çözüm de bizde…
Kaldırımlar Kimin? Yollar Kimin?
Ortak yaşam alanları denince akla hepimizin eşit hak sahibi olduğu sokaklar, kaldırımlar, parklar, toplu taşıma araçları ve kamu kurumları gelir.
Peki bu alanları gerçekten ortak bilinçle mi kullanıyoruz?
Bir sürücü, direksiyona geçtiği anda yolun yalnızca kendisine ait olduğunu düşünür. Yaya geçidindeki yayaya yol vermez. Aynı kişi, birkaç dakika sonra yaya olduğunda, yol vermeyen sürücüye içinden söylenir. İşte böyle tuhaf bir çelişki hâlindeyiz.
Bazı sürücüler yolda tanıdığını görür, aracın camını indirir, sohbet eder. Arkadaki araçta acil bir vaka olabilir mi, bir hasta taşınıyor olabilir mi, hiç düşünmez.
Uygunsuz park ise ayrı bir sorun. Hiç kimse, sokağa park ettiği aracının bir yangın sırasında itfaiyenin geçişini engelleyebileceğini düşünmez. Belki o sırada kafede okey oynuyordur, ama o yanlış park bir felakete neden olabilir.
Kaldırımlar Teşhir Alanı Değildir
Yayaların güvenli yürüyebilmesi için yapılan kaldırımlar bizde bambaşka amaçlarla kullanılıyor. Esnaf, kaldırımı işletmesinin deposu, teşhir alanı ya da uzantısı gibi görüyor. Yaya için yol kalmayınca insanlar mecburen araçların arasından yürümek zorunda kalıyor.
Şehrimizin en meşhur yollarından İpekyolu bunun en bariz örneği. Uluslararası bir yol… Orta refüjleri, ters lale figürüyle bilinen kavşağı, ama aynı zamanda kaldırım işgalinin merkezi.
Kargo şirketlerinin önü koliler, paketler ve araçlarla dolu. Bir şerit tamamen park alanı gibi kullanılıyor. Kaldırımda yürümek imkânsız. Bebek arabasıyla yürüyen aileler her gün ölümle burun buruna geliyor. Geçenlerde kaldırımı kullanmak istedim; uzun atlama yapar gibi kolilerin arasından geçmeye çalıştım. Çalışanlara “Burası kaldırım, biraz yer bırakın.” dediğimde, biri üstüme yürüyüp “Git nereye şikâyet edersen et.” dedi. Demek daha önce de şikâyet edilmiş ki, hiçbir şey değişmediği için bu rahatlık…
Ben şikâyet etmeyeceğim, ama bu konuyu her hafta yazarım. Ta ki kaldırımların özel mülk olmadığını herkes anlayana kadar…
Çevre Bilinci: Edep ve Medeniyet Meselesi
Aracında sigara içip izmaritini camdan dışarı atan sürücünün derdi aracının kirlenmemesidir. Aynı davranış sokakta yürüyen insanlarda da var. Sigara izmaritleri, sigara kutuları, ambalajlar yere atılıyor.
Peki bu sokaklar bizim değil mi? Hepimizin değil mi?
Birine “Yere çöp atma.” desen sana, “Burası senin mülkün mü?” diye çıkışır.
Ama evinde sigara içerken izmariti halıya atanı gördünüz mü?
İşte kültür; ne çok kitap okumak, ne üniversite bitirmek, ne de lüks mekânlarda oturmak…
Kültür, edep, saygı ve insana değer vermektir.
Yabancı Bir Ülkede Yüzünüze Tokat Gibi Çarpan Hakikat
2010 yılıydı… Bir işletmem vardı. Çalıştığımız firma bizi her sene başka bir ülkeye geziye götürürdü. Bir seferinde Ukrayna’nın Kyiv şehrine gittik. Parkta gezerken bir esnaf sigarasını yere attı. Orada süs eşyası satan bir kadın, bozuk Türkçesiyle bize şöyle dedi:
“Ya yere tükürürsünüz, ya izmariti atarsınız…”
Kadın, çöp kutusunu göstererek ekledi: “Götür oraya at.”
O an yüzümüze çarpan bu cümle, aslında bütün şehir kültürünü özetliyordu. Bir haftadır şehri geziyorduk; ne bir çöp gördük, ne elinde süpürgeyle sokak temizleyen biri… Çünkü kimse yere çöp atmıyordu.
Bizim “geri kalmış” dediğimiz ülkeler, belki bazı konularda bizden daha medeniymiş.
Son Söz: Sorunu Çözmek İçin Liyakat Şart
Bu bilince varmak için herkesin üzerine düşeni yapması gerekiyor.
Esnaf da, sivil toplum örgütleri de, sağlık ve eğitim kurumları da, en önemlisi şehircilikten sorumlu belediyeler de… Herkes işini liyakatle ve ciddiyetle yaparsa, bu şehir daha yaşanabilir olur.
Çünkü unutmayalım:
Sorun da bizde, çözüm de bizde.