BANA NE? MÜFTÜDEN, AMED’DEN,VANDAN BURASI BATMAN…
SANA NE? DENİZ UNDAV’DAN-GEZMIŞTEN VE NAKİ’DEN…
“Son durak” Batman…
Bana ne müftüden,
Amed’den,
Van’dan…
Burası Batman!
Sana ne,
Deniz Undav’dan,
Deniz Gezmiş’ten,
Deniz Naki’den…
İslam’ın altıncı şartıydı haddini bilmek,
ve senin yaşamının olmazsa olmaz şartı.
O yüzden herkes — ama herkes —
önce haddini bilmeli.Sonra da kendini…
Ben her sabah,
yemeklerin yasaklanmasıyla başlıyorum güne.
Bir lokma pide,
bir avuç büryan arası
insanlık arıyorum.
Karnım aç,
ama açlıktan da öte:
vicdan açlığında pişiyor yüreğim.
Büryan gibi; Kazancı Bedih misali
ateşi Suzan olmuş,
kazanda kaynayan,
bağrı yanık bir şehirde sele teslim olmuş bir istiklal caddesiyim…
Batman…
İsmini taşa yazmış bir öfke,
her sabah kendi sesine uyanıyor.Bir tarihin kendi kendine gömüldüğü yalnızlık!
Her gün içeceklerin ayaklanmasıyla,
yemeklerin yasaklanmasıyla
açıyorum gözlerimi.
Ve diyorum ki:
bana ne kem gözlerden,
bana ne felsefeden,
bana ne müftünün menüsünden…
Çünkü ben,
her gün bir taziyede doğuyorum.
Her gün bir düğünde yeniden.
Üstelik beş yüz kez üst üste!
Her doğumumda sancı çekiyor Ahmet Arif’in Hava Anası,
hem de daha dünkü çocuk Ahmet’in izinde.
Oysa ben her gün gülüşlerinden asılmalıydım dünyaya yeniden…
Taziye ile düğün arasına sıkıştırılmış bir ömrüm var benim.Eksik, tutarsız ve çelişkili.
Bensiz olmaz hiçbir taziye,
hiçbir düğün.Ben o taziyelerin her gün kamburlu öleni ve o düğünlerin olmazsa olmaz kamberiyim…Ben o taziyelerin süper kahramanı Batman ve dahi o düğünlerin örümcek adamıyım…
Çünkü ben bu şehrin zorunlu misafiriyim.
Haftanın yedi gününün beşi taziye,
dördü düğün.
Günler yetmiyor,
saatler de.
Dakikalar ihanete beş adım,
saniyeler şantiyelerde
iki dirhem bir çekirdek şerefsizlikte.
Ve şimdi,
Batman menüsü çıkmış.
Yanında bonusu: Müftü.
Bar tarifelerini yasaklıyor,
çünkü başka hiçbir derdimiz yokmuş gibi.
Pardon, yanlış anlattım sanırım —
taziyeleri yasaklıyormuş.
Keşke taziyeleri yasaklayacağına,
Deniz’e yapılan saldırıların
ırkçı ve faşizan olduğunu
bir kere olsun söyleyebilseydin.
“Günahtır, yapmayın,” deseydin.
Ya da deseydin ki:
“Dinimizde linç kültürü yoktur.”
“Gökte üç gül vardır.”
Ve o üç gülün adı:
Deniz Gezmiş,
Deniz Naki,
Deniz Undav.
Bir istasyondan bir istasyona…
Aynı tren, aynı acı, aynı rota.
Neymiş?
Taziyede yemek dağıtılıyormuş.Neymiş
İnsanlar çok vakit geçiriyormuş.
Müftü de yasaklamış taziyelerin perde arkası gerzek boşluğunu.
Pide kuyruğunda öksüren de çokmuş.
Önce de yasaklamışlarmış.
Çok da iyi olmuşmuş.
Adam açlıktan ölmüş,
arkasından pide dağıtmışlar,
pide yenmiş.
Vesaire, vesaire, vesaire…
Bir sürü gerekçe,
bir sürü yasak.
Ama kimse dememiş ki:
“Yalnız ölüyü, Süleyman Efendi’yi yalnız bırakmayın ki yazık olmasın.”
Kimse dememiş ki:
“Cenazede bir gül, bir şerbet dağıtın.”
“ Bir de insanlık dağıtın, herkes nasiplenesin.”
Kimse dememiş ki:
“Toprağa dönerken insan,
bir dua kadar yumuşak olsun yaşam kalpten dudağa .”
Ama sen,
bir yasın üstüne kırk yamalı kırk bir yaralı yasa çıkardın.
Bir kültürün üstüne perde indirdin.
Bir belleğin üstüne mühür bastın.
Oysa belki de,
bu yasakların temeli
Deniz’deki saldırılarla aynıydı:
Bir kültürü,
bir coğrafyayı,
bir belleği yok etmek.
Ya da edemiyorsan,
belleğe saldırmak.
Yasaklar…
Tuzaklar…
Ve kurumuş dudaklar…
Hepsi aynı vaazın yankısı.
Benim bedenimde yankılanan ise
sadece şu cümle:
“Son Durak.”