Çocukluğumuz, karların şehri olan Yüksekova’da, Heidi romanından uyarlanan bir çizgi filmi izlemekle geçti. Küçük ve kalabalık evlerimizde gürül gürül yanan sobanın yanında yer sofrasında edilen kahvaltı. Tandır ekmeğine eşlik eden otlu peynir, kalıp helva, varsa inek  yoğurdu veya teremast. Mütevazi bir kahvaltı sofrasının vazgeçilmeziydiler bunlar. Kahvaltıdan hemen sonra zamanla renklenecek olan siyah beyaz televizyondaki tek kanal TRT1'de çalan Heidi müziği. Bugün sesi hâlâ kulaklarımızda ve nakaratı çoğumuzun çocuk ruhunda yer edinmiş olan Heidi çizgi film müziği.

Küçüklüğünde yetim kalmış kıpır kıpır bir kız çocuğunun şehir hayatından kaçıp Alp Dağları’nda yaşayan aksi ve huysuz dedesinin yanında mutluluğu buluşunun hikayesiydi Heidi çizgi filmi. Heidi, arkadaşları Peter ve Clara, dedesi Alpöhi, köpeği Joseph, keçileri ve diğer karakterler.

Çizgi filmi pürdikkat izler, o kısacık sürenin hiç bitmesini istemezdik. Evlerimize ilk defa girmiş olan televizyonun büyüsü ve çizgi filmin akıcı sahneleri bizi ömür boyu sürecek bir Heidi hayranı haline getirecekti. Yıllar geçecek biz özellikle her kış mevsiminde tekrar tekrar Heidi çizgi filmini izleyecektik.

1800’lü yılların sonunda bir Avrupa  şehrinin boğucu, gürültülü, kasvetli atmosferinden kaçan Heidi, özgürlüğü karlı dağlarda ve zorlu doğa koşullarında bulmuştu. Heidi ile aramızdaki kuvvetli bağ da buradan geliyordu işte. Biz farkında olmasak da  1900’lü yılların sonunda yaşadığımız coğrafyanın karlı ve zorlu doğa koşullarında özgür bir çocukluk geçiriyorduk.

Karın beyaz yağdığı o upuzun kış mevsimlerinde, gecelerimizi aydınlatan masalların o büyülü dünyasında, renklerin daha kirletemediği siyah beyaz televizyon dönemini yaşıyorduk. İnsanlar ya siyahtı ya da beyaz. Rengarenk ve karışık değillerdi. Anneler sadece annelik, babalar sadece babalık ve çocuklar sadece çocukluk yapıyordu. İşte tam da bu yüzden renklerin kirletemediği masum bir çocukluk yaşadık.

Karın beyaz yağdığı bu upuzun kış mevsimlerinde siyah olan tek şey okul önlüklerimiz ve kara lastiklerimizdi.  Soğuktan kararan yüzümüzü siyahtan saymıyorduk.

Heidi doğada yaşamaktan mutluydu. Bizler de uzun kış mevsimlerinde çocukluğumuzu sıcak aile ortamında ve bembeyaz kar zeminlerde yaşamaktan mutluyduk.

Kışla tepesinin kıvrımlı yolundan kızaklarla, demir perde kornişlerinden yapılma kayaklarla kaymak ve ovanın karlarla dolu boş alanlarını futbol sahasına çevirmek her çocuğun tattığı eşsiz bir zevkti. Sabahın -20 derece soğuğu bizi evlerde tutamazdı. Donarak iyice sertleşen kar zemin öğlen güneşine kadar bize en lüks kar pistlerinden daha fazla keyif veriyordu.

Yeşilçam Sineması’nın yakışıklı ve zengin jönlerinin, sevgililerini mutlu edebilmek için  çok büyük paralar ödeyerek kısa süreliğine gittikleri Uludağ maceralarını biz bütün bir kış mevsimi boyunca bedava yaşıyorduk.

Yıllar geçti. Televizyonlar renkli olmaya başladı. Okul önlüklerimiz önce mavi, sonra rengarenk oldular. Çocuklar kara lastiklerini, büyükler cızlavitlerini terk ettiler. Toprağın sıcaklığını terk edip betonun soğukluğunda aradık medeniyeti. Evleri, odanın içinde yanan ateş değil borulardan taşınan sıcak su ısıtmaya başladı.

O uzun kış mevsimleri hâlâ var. Bu sene birazcık da olsa hissettik o eski kışları. Renkli televizyonlardaki Heidi çizgi filmi de hâlâ oynuyor. Borularla taşınan sıcak su ile ısınan evlerde kahvaltılar çok daha zengin ve çok daha renkli. Sofralarda otlu peynirin yanına beyaz peynir, örme peynir, kaşar peynir, zeytin, reçel, çikolata, salam, sosis, domates, salatalık, yeşillikler, ekmek çeşitleri, çay çeşitleri...

Gökten beyaz yağan kar aylarca şehrimizi süsleyip duruyor hâlen. Yeni  türeme Yeşilçam artistleri rengarenkliğin istilasına uğramış ve dizilerde Uludağ’ın dışında bir çok yeni mekânda kaçamak sahneleri oynar olmuşlar. Halen bir kış tatili onlar için lüks iken bizim için bedava.

Ama biz eski biz değiliz artık. Zihin dünyamız değişti. Kar özgürlük olmaktan çıkıp esaret oldu. Şehir ve renkler ruhumuzu ele geçirdikten sonra özgür doğamızı ve masum çocukluğumuzu istila ettiler.

Çocuklarımız evlerinden çıkıp özgür beyaz karlarda oynamayı bırakın, odalarından çıkıp evin ortak alanı salonlara uğrayamaz oldular. Karlar ülkesinde kardan nefret eder hâle geldiler. Bu şehrin ruhuna çok uzaklardan bakıyorlar artık. Onlar bu şehri, bu şehir onları kaybetti.

Bu şehir eski güzelliklerini hala bizlere sunuyor ve Heidi hâlâ izleniyor ama artık kimse Heidi’yi anlayamıyor, yaşamıyor. Kaybedenleriz bizler.