**

Beklemek…

Görünürde hiçbir şey yapmamak, ama aslında en çok orada var olmaktır.

Hayatın gürültüsünde herkes bir yerlere yetişmeye çalışırken, bekleyen kişi kendine yetişir. Ne gariptir… İnsan yerinde durur ama içi sürekli bir yolculuğun içindedir. Her geçen saniyeyle başka biri olur. Her geçen dakika, bir yanı biraz daha büyür ya da eksilir.

**

Cemal Süreya’nın dediği gibi:

“Gelmeyecek bir treni beklemek gibi bazı şeyler.”

İşte bu, insan kalbinin en derin yeridir. Umudun, vazgeçemeyişin, suskun bir isyanın tam ortasıdır. Bile bile beklersin… Gelmeyeceğini, dönmeyeceğini, olmayacağını… ama beklersin. Çünkü beklemek, çoğu zaman bir sonu değil, kendini beklemektir. Kendine yeniden kavuşmayı…

**

Zaman, bize dışarıdan akan bir ırmak gibi görünür. Ama aslında o, içimizde ağır ağır şekillenen bir heykeltıraş gibidir.

Beklemek de öyledir. Bizi içten içe oyarken, dışarıdan tek bir kıpırtı bile görünmez.

Ama biliriz ki: Sabırla geçen her dakika, içimizde başka bir insan doğurur.

**

Ahmet Hamdi Tanpınar ne güzel söylemiş:

“Biz zamanı değil, zaman bizi bekler.”

Belki de biz birilerini, bir şeyleri değil; kendimizi bekliyoruzdur. Olgunlaşmak için… anlamak için… sevebilmek için… affedebilmek için…

**

Beklemek; her zaman bir kişiyi değil, bir duyguyu da beklemektir bazen.

Bir huzur…

Bir bahar…

Bir içsel tamamlanma hali…

**

Nazım Hikmet’in sesinde yankılanır bu:

“Beklemek, özlemektir. Özlemek, insana dair ne varsa orada saklıdır.”

Özlemek…

Bir gülüşü, bir sesi, bir ihtimali…

Ama en çok da kendini.

Ve biz bazen öyle bir noktada bekleriz ki, ne geri dönebiliriz ne de ileri gidebiliriz.

Zaman donar, insanlar geçer, mevsimler bile biter… ama içimizde bir yer hâlâ aynı noktadadır.

**

Beklemek bir sabır eylemidir. Ama sadece sabır mı? Hayır… Aynı zamanda bir dirençtir. Sessiz bir başkaldırı.

Her şeyin akışına karşı duran, “Ben buradayım ve hâlâ inanıyorum” diyebilen tek kişilik bir devrimdir.

O yüzden Oğuz Atay, tam kalbinden vurur insanı:

“Beklemek, vazgeçememek demektir.”

**

Evet.

Vazgeçememek…

Bir anıdan, bir insandan, bir ihtimalden, bir kendinden…

Ama asıl mesele, bekleyişin bir kavuşmayla sonuçlanıp sonuçlanmadığı değildir.

Asıl mesele, o bekleyişin seni kim yaptığıdır.

Çünkü beklemek, seni şekillendirir.

Sabrını yontar.

Kırıklıklarını dönüştürür.

Ve bir gün dönüp baktığında, en büyük kazanımın beklediğin kişi değil, o süreçte dönüştüğün “sen” olduğunu fark edersin.

**

Beklemek, bazen acıdır.

Bazen sessizdir.

Bazen de çok şey anlatır, tek kelime etmeden.

Ama her halükârda insana dair en güçlü duygulardan biridir.

Ve hayat, belki de sadece beklerken öğrenilir…

**

Unutma:

Beklemek bir son değil;

yolun kendisidir.

Ve o yol, sen yürüdükçe değil;

sen bekledikçe seni dönüştürür.