“Bazı halklar haritalara sığmaz, bazı hikâyeler yürüyerek yazılır. Biz, hatırlayarak yürüyenlerdeniz”
Derler ki, eski bir kabileyiz biz… Yarı insan, yarı tanrı ama en çok da yolda kalan. Göç yollarında büyümüş, toprağın dilini ayak izlerinden öğrenmiş, yeryüzünü evi bellemiş bir halk. Ne bir sınır haritada bizi tutabildi, ne de bir zaman çentiği içimizdeki göçü durdurabildi. Biz, yerleşmenin ne demek olduğunu bilmeden sevdik toprağı; çünkü hiçbir yer tam anlamıyla bizim olmadı, biz de hiçbir yere tam anlamıyla ait olamadık.
Kırık dökük aynalar toplarız göç yollarında.
Her parçada bir yüz, bir bakış, bir yarım cümle saklıdır. Ana dillerimiz parça parça dağıldı dağlara, çorak ovalara, sınırlarda unutuldu. Ama biz, her bir parçada biraz daha hatırladık kim olduğumuzu.
Kırılmış aynalar da gösterir yüzü yeter ki bakmayı bilen bir yürek taşısın içinde. Biz o yüreği taşıyanlarız. Suskunlukla konuşur, sessizlikle anlarız birbirimizi.
Göç bizim için yalnızca yer değiştirmek değildir. Göç, bizde bir yazgıdır. Bir kadının sırtında taşıdığı torbada, bir çocuğun elinde sıkıca tuttuğu ekmek kırığında, bir ninenin gözlerinde gizlenen haritada hep göç vardır. Gittiğimiz her yerde biraz daha eksilir, biraz daha çoğalırız. Çünkü yolda insan hem kaybeder hem büyür. Biz kaybederek büyümeyi öğrendik. Gidenleri uğurlamayı, kalanları korumayı
Ve en çok da kendimizi her seferinde yeniden kurmayı.
Derler ki biz, tanrıların unuttuğu ama dünyanın unutamadığı bir halkız. Yürüyüşümüz tarih öncesinden başlar, tarih dursa da biz durmayız. Her adımda kendimize yeni bir anlam, yeni bir yön çizeriz. Çünkü biz göçle büyür, göçle hatırlarız kim olduğumuzu ve bizim yeminimiz, birlikte hatırlamaktır. “Kim olduğumuzu, nereden geldiğimizi ve neden hâlâ yürüdüğümüzü"...
Ve şimdi biz, toprağa yazılmamış bir dizeyiz.
Ne haritada izimiz, ne tarihte adımız var.
Ama yürüdükçe büyür içimizde kelimeler. Çünkü göç, unutulmuş halkların değil, hatırlamaya cesareti olanların hikâyesidir...