Seçmeli görünen ders, aslında seçimsizliğin başka bir adıdır. O küçük kutucuklar, özgür iradeyi değil müfredatın önceden çizdiği sınırları temsil eder. Çocuğun önüne konulan formda “seç” denir, ama seçenek zaten çoktan belirlenmiştir. O küçük imza, bir tercihin değil, bir mecburiyetin izidir. Bir halkın belleği, bir dilin kökleri, bir kimliğin sesi, işte o kâğıdın beyazında sıkışır. Görünürde özgürlük vardır ama gerçekte bir halkın sesi satır aralarında susturulur.
O ince çizgi çoğu zaman silinir. Üzeri örtülür, görmezden gelinir. “Öğretmen yok” denir, “Talep yok” denir. Çocuğun kalbine gizlenen dilek, kâğıdın beyazında asılı kalır. Seçim, kâğıt üzerinde bırakılır irade, sınıf kapısında kilitlenir. Çocuğun isteğiyle devletin dayatması çarpışır ve sonuç hep aynıdır, derin bir suskunluk. Sayfanın beyazı genişler ama çocuğun sesi daralır. Seçmeli denilen şey, işte tam burada seçimsizliğe dönüşür.
Dil, harflerden ibaret değildir. O, bir annenin ninnisinde gizlenen sızı, bir çınarın gövdesinde saklanan tarih, bir çocuğun oyununda yankılanan kahkahadır. Bir halkın belleğinde yaşayan en eski varoluştur. Sınıf kapılarında susturulmak, kalbin sesini kısmaktır ama kalp kolayca susturulmaz. Sayfanın kenarında görünmez kılınan her iz, zamanla bir yankıya, bir sese, bir haykırışa dönüşür. Sessizlik derinleştikçe kelimeler güçlenir. Çocukların kalplerinde saklanan sözler defterlerden taşar, yeniden dile gelir.
Görmezden gelinen her iz, aslında görünmez bir çığlıktır. Bugünün küçük çarpısı, yarının meydanlarında yankılanan bir talebe dönüşür. Hiçbir dil, kendi çocuklarının yüreğinden sökülüp atılamaz.
Seçimin olmadığı yerde özgürlük de yoktur. Özgürlüğün eksildiği yerde, çocuklar biraz daha susar. Fakat sessizliğin içi doldukça, o suskunluk bir gün söze, söz de haykırışa dönüşür. İşte o an, yok sayılan her dil yeniden hayata döner.
Ve hiçbir sessizlik, bir halkın köklerinden daha derin değildir...