Bir sofrayı düşünün: Ortada koca bir ekmek, ama üzerine düşen gölge, devasa ekmeği tek başına kemirenleri görünmez kılıyor. Gölgenin sahipleri, doymak bilmeyen bir avuç insan… İşte bugün Hakkari ve ilçelerinin manzarası budur: Dışarıdan bakıldığında ihtişamlı bir kale, içine girdiğinizde çatlamış duvarlarıyla çürümüş bir beden.

Şimdi sormalıyız? Medeniyet, dillerde gezen bir süs mü; yoksa halkın alın terini, ekmeğini, adaletini koruyabilmek mi? Bu sorunun cevabı, bugün Hakkari’nin sokaklarında yankılanan bir seda gibi çınlıyor kulaklarımızda.

Ne kadar şeffafız? Ne kadar vicdanlıyız?

Çünkü mesele yalnızca bir ihale, yalnızca bir işe alım değildir. Mesele, halkın lokmasına düşen gölgedir. Ve gölge, ışığın halktan saklanmasıdır.

Bir bakın etrafa İŞKUR, Milli Eğitim, İl Sağlık Müdürlüğü, hastane, yerel yönetimler üzerinden yapılan işe alımlar, kamu ihaleleri, kurumların alımları, dağıtımları… Hepsi kapalı kapılar ardında. O kapılar ki, ardında alınan her karar, halkın kaderine zincir vuruyor.

Ve soruyoruz? Bu halkın vergileriyle oluşturulan kaynakların nereye harcandığını bilmek neden bir ayrıcalık gibi gösteriliyor? Bu toprakların insanı neden kendi parasıyla kime ekmek, kime ihale düştüğünü öğrenemiyor?

Bugün toplumu geren, yoksulun yüreğini yakan işte tam da budur... Şeffaflığın yokluğu! Çünkü saklanan her iş, kayırılan her isim, gizlenen her dosya; fakirin sofrasından eksilen bir lokmadır.

Ve acı olan şudur... Kayırılan bir avuç insan bolluk içinde yaşarken; diğer tarafta binlerce insan işsiz, ekmeksiz, umutsuz bırakılıyor. Bir kesime ballı kaymaklar ikram edilirken, diğer kesime kuru ekmeğin kırıntısı bile çok görülüyor.

Kurumların terazisi eşitliği gözetmiyor; bir kefeye yakınlar, dostlar, akrabalar, her iki taraftan “ayrıcalıklı aileler” dolduruluyor, diğer kefeye ise koca bir halkın umutları konuluyor… Sonuç: Terazi paramparça oluyor.

İşte bu manzara, adaletin yıkılışıdır. İşte bu, vicdanın çürümesidir.

Ve biz hâlâ soruyoruz? “Ayrıcalıklı ailelerden olmayanlar” yaşamaya değer değil midir? Onların çocukları sabah aç karınla okula giderken, bir başkasının çocuğuna altın tabaklarla nimetler sunulması hangi vicdanla açıklanır? Sofradaki ekmek küçüldükçe bizim vicdanımız da küçülmüyor mu?

Bu mudur adalet?
Bu mudur medeniyet?

Yazık! Günah!

Kaynakların küçük bir zümrenin elinde toplanması, kamu gücünün halktan koparılıp bir avuç insanın çıkarına hizmet etmesi; kamu kaynakları dediğimiz yapının, halkın değil, menfaat çetelerinin masasına dönüşmesidir.

Oysa çözüm çok basit: Her şey şeffaf olmalı.

Her alım, her ihale, her işe yerleştirme halkın gözünün önünde gerçekleşmeli. Çünkü bu kaynak halkın; bu para halkın alın terinden doğuyor.

Şeffaflık, sadece bir yönetim tekniği değil; aynı zamanda vicdanın aynasıdır. O ayna kırıldığında güven yok olur, adalet yok olur. Güveni kaybolan bir halkın elinde ne kalır? Yalnızca kırgınlık, yalnızca öfke…

Buradan bir kez daha çağrı yapıyoruz: Hakkari’de, Yüksekova’da, Çukurca’da, Şemdinli’de ve tüm ilçelerde görev yapan kurumlar, eğer gerçekten halkın vicdanını rahatlatmak istiyorsa, atacakları ilk adım bellidir: Şeffaflık!

Unutmayın, şeffaf olmayan herkes, halkın lokmasına göz diken bir tamahkardır. İhale dosyalarını saklayan, kayırma listelerine isim yazdıran, kaynakları halktan kaçıran kim varsa, bilsin ki bu halkın gözünde suçludur, sorumludur.

Artık kimse kurnaz tilki misali köşe bucak iş çevirmesin! Çünkü gün yakındır; halkın öfkesi, saklanan her şeyin hesabını soracaktır.

Şeffaflık yoksa adalet yoktur. Vicdanını kaybetmişlerin yönettiği yerde huzur olmaz. Ve unutmayın... Vicdanını kaybedenin en büyük açığı, halkın suskunluğu değil; halkın suskunluktan uyanışıdır.

Halkın gözünden saklanan her dosya, yarın meydanlarda ifşa olacaktır. Birilerinin gizledikleri, yarın bu toprakların çocuklarının diliyle haykırılacaktır. Çünkü aç kalan bir çocuğun gözyaşları, gölgelerden beslenenlerin oyununu bozacak, ballı sofralarda yapılan her hilenin hesabını soracaktır.