Haritanın En Ucunda Unutulmuş Ses: Yüksekova
“İnsan bazen hayatta iki şeyden birini seçmek zorunda kalır: Ya umutla körleşir ya da gerçekle sağırlaşır.”
Haritanın en doğusuna gidin. Daha da doğuya... Yol bitince, sınır başlar. Ama burada sınır, yalnızca ülkeleri değil; umutla umutsuzluğu, hayalle gerçeği, gençle ihtiyarı ayırır. İşte orada, dağların gölgesine sığınmış bir yalnızlık: Yüksekova. Sakinlerinin gürültülü suskunluğu, taş duvarlarda yankılanmadan kaybolur. Çünkü burada yankı bile geri dönmekten utanır.

Açık Kapılar, Kapalı Hayatlar
İki sınır kapısı var: Esendere ve Derecik. Adları büyük, işlevleri küçük. Orwell yaşasaydı, muhtemelen bu kapıların üstüne şu tabelayı astırırdı: “Unutulmak istenen yerlere, en görkemli tabelalar asılır.”
"Kapılar açık, ama ekonomi kapalı. Ticaret yok, yatırım yok, umut yok. Sanki tabelalar açılmış da, kapılar unutulmuş. Sınır sadece fiziki değil; aynı zamanda zihinsel, yönetsel, POLİ… TİK . Türkiye’nin batısında bir sınır kapısı çevresine hayat üflerken, doğusunda ancak bu kadar yıkıcı olabilir — etrafında dönen böcekleri yutan ateş gibi. Kapı değil adeta bir kavrulma noktası; yakmıyor ama yavaşça tüketiyor. Ümitler, tıpkı o ateşin etrafında savrulan kanatlılar gibi, ışığa aldanıp yok oluyor. Burada sınır, geçişten çok; geç kalmışlığın simgesi. Girişin değil, çıkışların başlangıç noktası."

Valizlerde Sönen Hayaller
Gençler gidiyor. Yüksekova'nın gençleri, valizlere sığmayan hayallerini sırtlarına yükleyip İstanbul’a, İzmir’e, bazen Avrupa’ya uğurlanıyor. Arkalarında yaşlanan anneler, yalnızlaşan babalar ve terk edilmiş bir gelecek bırakıyorlar.
Çalışan, bir iş bulan belki şanslı sayılıyor bu şehirde. Ama o da başka bir bataklıkta. Günde 12-13 saat çalışıyorlar, 8-10 bin lira aylık alabilmek için. Sigortasız, güvencesiz, insafsız çalışma koşulları… Burada emek kutsal değil; sömürüye kılıf. Hak arayan dışlanıyor, susan yaşatılıyor.
Göç burada bir zaruret. Hayatta kalmanın alternatifi. Ne yazık ki gençlerin %99’u artık “Ben burada ne yapacağım?” sorusunun cevabını çeyrek asırdır bulamıyor. “İş yok,” diyor biri. Öteki “Umut da yok,” diye katılıyor.
Oscar Wilde şöyle yazmıştı Reading Hapishanesinin duvarlarına: “Toplum, kullanamayacağı insanlara ya suçlu ya da tembel der.” Yüksekova’nın gençleri ne suçlu, ne tembel. Sadece kullanılmamış bir potansiyelin kahramanları. Ya da kim bilir: İnsanca yaşamı seçmek de bir suçtur belki?

Gidenin Ardından Susan Toprak
Burada hava kuru, toprak verimli, insanlar çalışkan. Ama umutlar her sabah güneşle birlikte doğmak yerine, soğuktan donarak can çekişiyor. Her geçen gün biraz daha yalnızlaşıyor bu ilçe. Her giden gençle birlikte bir okul sessizleşiyor, bir sokak tenhalaşıyor, bir ocak sönüyor. Sezen Aksu bile bu gençliği görse, “Geri Dön” şarkısını çok daha acıklı söylerdi. Her notaya, Yüksekova’nın sahipsizliğini, her kelimeye gençlerin yarım kalan düşlerini yüklerdi. Çünkü burada sadece gençler değil; umut, güven ve aidiyet de çoktan yola çıkmış, ardına bile bakmadan. Belki Sezen, uzaklardan “geri dön!” diye seslenseydi, bir şarkı bile o ihtimali hatırlatırdı insanlara. Ama ne Sezen’in sesi ne de bir halk ezgisi yetiyor bu kırgınlığı onarmaya. Kimse o çağrıyı yapmaya cürret edemiyor: “GERİ DÖN…”

Vitrinler Parlıyor, Tarlalar Boş
Üç aylık kurslar, vitrinlik projeler, göstermelik destekler… Hiçbiri yaraya merhem olmuyor. Gençler artık kandırılmak değil, yaşamak istiyor. Tarım canlanmalı, kooperatifler yaygınlaştırılmalı, yerel kalkınma planları gençlerle birlikte inşa edilmeli. Eğitimin üretime, bilginin geleceğe dönüştüğü bir sistem kurulmalı.
Üç aylık kurslar açılıyor, sonra kapanıyor; gençlerin ellerine birer "katılım belgesi" tutuşturuluyor, ama ne üretim var, ne istihdam. Dillendirilen projelerin çoğu vitrinlik; çekmeceden çıkınca önce kameralara, sonra arşive poz veriyor. Düğünlerde halay başı çekmek de cabası. Tarlalar boş, yanlız PowerPoint sunumları dolu. Göstermelik destekler tam da adını hak ediyor: gösteriyor, ancak desteklemiyor. Gençler artık kandırılmak istemiyor; ne “sizin için de bir projemiz var” vaatlerini dinlemek istiyorlar ne “kalkınma ajansı”nın gönül okşayan cümlelerini. Yaşamak istiyorlar; toprakla barışmak, üretmek, göç yerine kök salmak. Kendi Topraklarına. Tarımı canlandırmak, kooperatif kurmak, kalkınma planı hazırlamak için önce gerçekten bir niyet gerekiyor. BİR NİYET!

Ama işte tam burada durmalı: Belki de mesele çözüm üretmek değil. Belki de bu kısır döngü, bazıları için gayet verimli bir çark. Ne demişti Orwell: “Gerçek tehlike, halkın olan biteni anlaması değil, alışmasıdır.” İşte Yüksekova da alışmış gibi. Alıştırılmak istenmiş desek daha mı doğru olur acaba? Ve belki de en acısı: Çözüm aslında mümkün; ancak sorunları çözülmüş bir Yüksekova’nın, bazı vitrinler için fazla gösterişsiz olması. Bazılarının refah alanlarını kaybetmesi.

Yerel Yönetimlerin ve Belediyenin Sessizliği: Gölgesi Büyük, Sorumluluğu Küçük
Sözde halk için var olan yerel yönetimler ve belediyeler, bugün halkın gözünde yalnızca bir tabeladan ibaret. Şeffaflık denilen o kutsal kelime, makam odalarının ardında çoktan arşive kaldırılmış. Varsa bile alımlar torpilin gölgesinde, projeler yalnızca reklam panolarında yaşıyor. Peki ya liyakat! Gençler, belediye önünde hayal değil, hüsran biriktiriyor. Kimsenin sesi duyulmuyor; çünkü duymak istemiyorlar. Yerel yönetimler, bu enkazın en sessiz ama en derin sorumlusu. Halkın hizmetkârı olmak yerine, küçük bir zümrenin koruyucusu haline gelenler (ön seçimde kendilerini tercih eden aileler), sokaktaki genç gözlerin içine bakmayı çoktan unutmuş. Göç eden umutların ardından yalnızca “mevcut bütçeyle elimizden bu kadar geliyor” diyen ezberlenmiş cümleler bırakıyorlar. Oysa umut, bütçeyle değil, iradeyle yeniden kurulur.

Çözüm İçin Son Çağrı Sessizliğe Boğulmadan Önceki Son Söz
Sınır kapılarının hayal değil, iş kapısı olması gerekiyor. Tarım, hayvancılık, küçük sanayi, turizm, sınır ticareti… Bunların hepsi hâlâ mümkün. Bu bir trajedi değil, terk edilmiş bir fırsat komedyası. Ve unutmayın, kötü komediler genellikle kötü yönetmenlerin eseridir. Yönetenlerin miydi ya da!
Çözüm belli. Siyasi irade, yerel kalkınma planı, gençlere yatırım, kırsala can suyu… Çünkü Yüksekova sadece coğrafya değil; bir halkın alın teri, gençliğin hayali, geleceğin kırık aynasıdır.
Ve en önemlisi: Sessiz kalanlar da bir gün bu sessizlikte boğulabilir.